sevdam bir inci

Dolu dolu gözlerimde parladın inci tanem Sevdan bir kor yüreğimde hep yandı inci tanem
Şu yaralı gönlümün dermanıdır sözlerin Dermanısın vuslata hasret olan güllerin
Sevdasısın bugünlerin,yarınların,dünlerin İsmini bu deli gönlüm hep andı inci tanem Sevdanla bu yüreğim hep yandı inci tanem

Hicran ateşiyle hep yansam da için için Şikayetçi değilim çekerim senin için
Nedeni yok bu sevdanın sorulmaz ki ne için Ezelden yazıldı gönlümüze bu sevdan inci tanem

Dolu dolu gözlerimde parladın inci tanem Sevdan bir kor yüreğimde hep yandı inci tanem

20 Ağustos 2009 Perşembe

Kabe Duvarları

Kabenini İç Kısmı

Tesettürü Kimler İnkâr Ediyor ?


Kur’ana inanmadıkları halde, (Yalnız Kur’an) diyen yalancılarla, On dokuzculuk bâtıl dinine sarılanlar, tesettürü inkâr ediyorlar. Halbuki Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Mümin kadınlara söyle, gözlerini sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, görünen kısmı hariç, ziynetlerini göstermesinler, başörtülerini yakalarına kadar örtsünler!) [Nur 31]

Bu âyette bazı hususlar açık değil. Mesela kadın, gözünü neden sakınacak, ırzını nasıl koruyacak, ziynetten maksat ne? Kına, sürme mi, altın, gümüş mü, küpe, kolye, bilezik mi? Bu hususlar tam açık değildir, bunlar hadis-i şerifle açıklanarak bildirilmiştir. Allahü teâlâ, (Resule itaat Allah’a itaattir) ve (Sana indirdiğim Kur’anı, anlamaları için insanlara açıkla) buyuruyor. (Nahl 44)

Resulullah efendimizin açıklamaları ile âyetin manası şöyle oluyor:
(Mümin kadınlara söyle, gözlerini [yabancı erkeklere bakmaktan] sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, [el, yüz gibi] görünen kısmı hariç, [Kolye, küpe, bilezik, kına, sürme gibi] ziynetlerini [ve ziynet taktıkları baş, kulak, kol ve ayaklarını] göstermesinler, başörtülerini yakalarına kadar [saç, kulak ve gerdanlarını] örtsünler!) [Nur 31] (Celaleyn, Medarik)
Mecmaul-enhür’deki, (Kadının [yüz ve iki eli hariç] bütün bedeni avrettir) hadis-i şerifi de tesettürü açıklıyor. Hz. Esma, ince elbise ile gelince, Resulullah efendimiz baldızına bakmadı. Mübarek yüzünü çevirip (Ya Esma, bir kız, namaz kılacak yaşa gelince, yüz ve iki eli hariç, vücudunu erkeklere gösteremez) buyurdu. (Ebu Davud)

Hz. Âişe validemiz de bildiriyor ki:
(İlk muhacir kadınlara Allah rahmet etsin! Tesettür âyeti gelince, emri geciktirmemek için hemen peştamallarını yırtıp başlarını örttüler) buyurdu. (Buhari, Nesai) [Hz. İbrahim de, sünnet ol emrini geciktirmemek için, bıçak, doktor aramadan, hemen hazırdaki balta ile kendini sünnet etmişti.]

Dinimizde iki çeşit kadın kıyafeti vardır: Hür ve cariye [köle] kıyafeti.
Cariyeler başlarını örtmezlerdi, örtmek zorunda da değillerdi. Kapanma mecburiyeti hür kadınlara idi. Tesettür âyeti gelmeden önce hür kadınlar da başları açık gezerdi. Münafıklar, cariyelere sarkıntılık ederdi. Bu arada açık olan hür kadınlara da sataşırlardı. Olay duyulunca, (Biz bunu cariye sandık) derlerdi. Allahü teâlâ, (Hür kadınlar cariyeler gibi giyinmesinler, vücutlarını tamamen örtsünler, böylece cariye olmadıkları da meydana çıksın ve münafık erkekler tarafından da sarkıntıya maruz kalmasınlar) buyurdu. Bu âyetin meali şöyledir:
(Ey Nebi, hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına [dışarı çıkarken] dış elbiselerini giymelerini söyle! Bu, onların tanınıp, eza görmemeleri için en uygun kıyafettir.) [Ahzab 59]

Bazı mezhepsizler, “Hayzdan kesilmiş, yaşlı kadınların saçlarını göstermeleri günah olmaz” diyorlar. Ama Kur’anda mealen buyuruluyor ki:
(Evlenme arzusu bile kalmayan ihtiyar kadınların ziynetlerini [ziynet yerlerini, baş, kulak, boyun, kol ve ayaklarını] göstermemek şartı ile, dışa giydikleri [manto gibi] elbiselerini çıkarmalarında bir vebal yoktur. Ama sakınmaları daha iyi olur.) [Nur 60]

Dikkat edilirse, kuyumcuda teşhiri, satılması serbest olan ziynetlerin bile kadında olunca, gösterilmesi yasaklanıyor. Müminlerin anneleri için bile, (Siz diğer kadınlar gibi değilsiniz, [yabancılarla] yumuşak konuşmayın, kalbinde fesat bulunanlar, kötü ümide kapılır. Evlerinizde oturun, eski cahiliye kadınları gibi açılıp saçılmayın) buyuruluyor. (Ahzab 32-33)

DİNİMİZCE TESETTÜR FARZDIR: Sual: Dinimiz, kadının nasıl kapanacağını açıkça bildirdiğine göre bunun tartışması niçin yapılıyor? Tesettürü inkâr eden dinden çıkmaz mı?
CEVAP:
Kadınların tesettürü kesin olarak açıklanmıştır. Tesettürle ilgili âyet-i kerimeleri Peygamber efendimiz açıklamış.
Kur'an-ı kerimde genel olarak her şey, kısa olarak bildirilmiştir. Bunları Peygamber efendimiz açıklamış, o günden beri uygulanmıştır.
Kur'an-ı kerimde mealen, (Sakın ana-babana öf deme) buyuruluyor. (İsra 23)
Bir kimse, ana-babasına öf demese, fakat sopa ile dövse, sonra da (Ben öf demediğim için, Kur'anın emrine uydum) dese, bu kimse Kur'ana uymuş mu oluyor? Âyet-i kerimenin manası, (Ana-babanızı üzmeyin hatta onlara öf bile demeyin) demektir. (Beydavi)
Bunun için Kur'an-ı kerimdeki bir âyetin hükmünü öğrenmek için Kur'an tercümesine bakmak çok yanlış olur. Herkes Kur'an-ı kerimden hüküm çıkarabilseydi, hadis-i şerifler lüzumsuz olurdu.
Hırsızlık suçtur. Bir hakim, kanunları esas almadan, sırf Anayasaya göre bir hırsıza ceza veremez. Çünkü hırsızlığın cezası açıkça Anayasada bildirilmemiştir. Birçok hükümler kanunlarla açıklanmıştır.

Bunun gibi, dinimizin bir hükmünü öğrenmek için herkes Kur'an-ı kerime bakıp anlayamaz. Kur'an-ı kerim, hadis-i şeriflerle açıklanmıştır. Hadis-i şerifleri de anlamak büyük ilim işidir. Bunları da İslam âlimleri açıklamıştır. Onun için hiç kimseye Kur'an tercümesi okumasını tavsiye etmiyoruz. Bir okuyucu "Kur'an tercümesi, okuyarak dinsiz oldum" diye acı bir itirafta bulunmuştu.
Tıp kitabı okuyarak, ilaç yapmak ve hastaya teşhis koymak yanlıştır. Kur'an tercümesinden hüküm çıkarmak bundan daha büyük yanlıştır. Çünkü yanlış ilaç kullanan ölebilir. Fakat yanlış hüküm çıkaran imanını kaybedip, sonsuz azaba düşebilir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kur'anı kendi görüşü ile açıklayan, doğru olsa bile, muhakkak hata etmiştir.) [Nesai]
(Kur'anı kendi görüşüne göre tefsir eden kâfir olur.) [Mekt.Rabbani]
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Mümin kadınlara söyle: [Yabancı erkeklere bakmaktan] sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, [el, yüz gibi] görünen kısmı hariç, ziynetlerini [Saç ve gerdan gibi ziynet takılan yerleri] göstermesinler, başörtülerini yakalarına kadar [saç, kulak ve gerdanlarını] örtsünler!) [Nur 31]
Bu âyet-i kerimeden kadınların başörtüsünü sadece yakasına örteceği, baş ve vücudunun diğer yerlerini örtmenin gerekmediği anlaşılabilir. Gözünü neden sakınacak, ırzını nasıl koruyacak, ziynetten maksat nedir? Kına, sürme boya mıdır, altın, gümüş gibi ziynetler midir? Bu hususlar açık değildir, hadis-i şerifle bildirilmiştir. Bir âyet-i kerime meali de şöyle:
(Ey Nebi, hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına [dışarı çıkarken] cilbablarını [dış kıyafetlerini] giymelerini söyle! Bu, onların tanınıp, eza görmemelerine daha uygundur.) [Ahzab 59]

Bu tercümeye bakıp "Kadın, tanınıp eza edilmemesi için dış elbise giyer. Tanınıp eza edilmezse, çıplak gezebilir" diyenler çıkmıştır. Bu âyetleri Resul aleyhisselamın nasıl açıkladığına bakmalıdır.

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kadının [yüz ve iki elinden başka] bütün bedeni avrettir.) [Mecmaul-enhür, El-mugni]
Bu hadis-i şerifte kadının tesettürü açıkça bildiriliyor. Kur'an-ı kerimin 17 yerinde Resulullaha (De ki, bana tâbi olun) buyuruluyor. Allahü teâlânın Resulüne tâbi olup Onun bildirdiği şekilde tesettüre riayet etmelidir!
Hz. Esma, ince elbise ile gelince, Resulullah efendimiz baldızına bakmadı. Mübarek yüzünü çevirip (Ya Esma, bir kız, namaz kılacak yaşa gelince, yüz ve elleri hariç, vücudunu erkeklere gösteremez) buyurdu. (Ebu Davud)

Hz. Âişe validemiz buyurdu ki:
(İlk muhacir kadınlara Allah rahmet etsin! Tesettür âyeti inince, hemen futalarını yırtıp başlarını örttüler) buyurdu. (Buhari, Nesai)

Kadın avrettir, tesettürü farzdır. Âyet-i kerimeyi kendi görüşüne göre tefsir edip bu farzı inkâr etmek küfürdür.
Bir kadın açık gezse kâfir olmaz. Fakat kapanmanın lüzumsuz olduğunu söylerse kâfir olur. Günah ile küfür farklıdır.

Sual: "Teferruat" diyerek saçları açmak uygun mu? Sokağa çıkarken peruk takabilir miyim?
CEVAP
“Teferruat” diyerek saçları açmak haramdır. Hele kapanmaya önem vermeyenin imanı gider. Sokağa çıkarken peruk takmak zaruretsiz caiz değildir. Erkekler arasında başını açmak zarureti olduğu zaman, kadının peruk kullanması caiz ve lazım olur. Zaruret, başka çare bulamamak demektir. Sadece zaruret halinde peruk takabilirsiniz.



sizcede tesettür güzel değilmi_?
Tesettür, örtünmek demektir. Arapça setr 'örtünmek' kökünden gelir. İslam dünyasında kadınların kıyafetleri ile ilgili hususları belirlemede kullanılan bir kavramdır. Zaman zaman türban kavramı ile karıştırılır oysa ki tesettür kavramı daha geniş bir kavramdır ve türban konusunu da kapsamaktadır.

Kur'an'daki kıyafet ile ilgili ayetler

"Ey Adem oğulları! Size ayıp yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise yarattık. Takvâ elbisesi... İşte o daha hayırlıdır. Bunlar Allah'ın âyetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar (diye onları indirdi)." (A'râf Sûresi, 26)

"Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mümin kadınlar), ellerinin altında bulunanlar (köleleri), erkeklerden, ailenin kadınına şehvet duymayan hizmetçi vb. tâbi kimseler, yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına zinetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar (Dikkatleri üzerine çekecek tarzda yürümesinler). Ey müminler! Hep birden Allah'a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz." (Nûr Suresi, 31)

"Bir nikâh ümidi beslemeyen, çocuktan kesilmiş yaşlı kadınların, zinetleri (yabancı erkeklere) teşhir etmeksizin (bazı) elbiselerini çıkarmalarında kendilerine bir vebal yoktur. İffetli davranmaları kendileri için daha hayırlıdır. Allah işitendir, bilendir." (Nur Suresi, 60)

"Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir." (Ahzâb Suresi, 59)

"Ey Adem oğulları! Her secde edişinizde güzel elbiselerinizi giyin; yeyin, için, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez. De ki: Allah'ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı? De ki: Onlar, dünya hayatında, özellikle kıyamet gününde müminlerindir. İşte bilen bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz." (A'râf Sûresi, 31-32)

"Hayvanları da O yarattı. Onlarda sizin için ısıtıcı (şeyler) ve birçok faydalar vardır. Onlardan bir kısmını da yersiniz." (Nahl Suresi, 5)

"Allah, yarattıklarından sizin için gölgeler yaptı. Dağlarda da sizin için barınaklar yarattı. Sizi sıcaktan koruyacak elbiseler ve savaşta sizi koruyacak zırhlar yarattı. İşte böylece Allah, müslüman olmanız için üzerinize nimetini tamamlıyor." (Nahl Suresi, 81)

Hadislerde örtünme

Hadislerde ise peygamberin, yanına şeffaf bir kıyafetle gelen kadını, ergenlik çağına ulaşmış bir kadının bedenini göstermemesi gerektiği şeklinde uyarması kaynak kabul edilmektedir.

Burka

Her taraftan kapalı, giyenin önünü görmesi için yüz kısmı kafesli çarşaf. Taliban yönetimi zamanında Afganistan'da giyilmesi zorunlu hale getirilmişti. Yeni yönetimle serbest bırakılmasına rağmen, halk bazında büyük bir değişim görülmemiştir. Bunun dinî, geleneksel ve sosyal sebepleri olduğuna dair yorumlar yapılmıştır. Şu anda yaygın olarak Afganistan, Pakistan ve Hindistan'ın kuzey bölgesinde rağbet görmekle beraber, dünyanın hemen her yerinde kullanılmaktadır.

Tesettürün (şer' i örtünmenin ) şartları nelerdir :

1- Örtü bedeni baştan ayağa kadar , her tarafı örtmelidir. çünkü; setr-i zinet manto ve başörtüsüdür... setr-i avret manto ve başörtüsünün üstünü örtülen örtüdür...... 2-Tesettürün ince, şeffaf olmaması, kalın olması lazımdır... çünkü; örtünmekten gaye , vücüdün azalarının belli olmamasıdır ..."Hz. Aişe (r.a) dan şöyle varid olmuştur; "Hz. Ebubekir (r.a) ın kızı esma (r.a) ın Resullullah (s.av) huzuruna üzerine ince bir örtü olduğu halde girdi. Resullullah (sav) onun bu halini hoş görmeyerek yüz çevirdi " demek ince olan örtü şer 'i hicap sayılmaz 3- Tesettürün hem sade olması, nazarı celp edecek şekilde cazip renkler olmaması lazımdır 4- Dar olmayıp geniş ve bol olması lazımdır , yani bedeni göstermemesidir , vücüt hatlarını tamamen örtüp bilhassa vücutta fitneyi uyandıaracak azaları göstermemesi gerekir ..... 5- Kadın dışarı çıktığında koku sürmemelidir 6-Kadın örtüsüyle erkeklere benzememesidir .... (palto gibi )

Evlilikte Kadında Aranacak Vasıflar

Bir müslüman, evleneceği kadında şunları aramalıdır: ,

1 - Dindarlık (dine bağlılık) :

Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtü vesselam) şöyle buyurur: “Kadın, dört şey için nikâh edilir: Malı, asaleti, güzelliği ve dindarlığı için. Sen dindar olanı ele geçirmeye bak!“ (Tecrîd-i Sarih Tere, 11/264 vd,; Sahîh-i Müslim Terç., 7/405).

Şu hâlde bir müslüman için, evlenme teşebbüsünde ilk tercih, dindarlığın bulunmasıdır. Fakat yalnız dindarlık da yeterli değildir. Hepsinin bir arada olması elbette daha güzeldir. Şu kadar ki, dindarlık -ve buna bağlı güzel huylar- yerinde olduktan sonra, diğer vasıflar noksan olsa da pek zararı yoktur; ama bu olmayınca diğer üçü bulunsa da fazla kıymeti yoktur. Yâni kadının mal, asalet ve güzelliği, dindarlığı sayesinde ayrı bir değer kazanır; aksi hâlde bunlar, başlıbaşma tercih konusu değildir.


2 - Güzel huy:

Hâdis-i şerifte şöyle buyuruldu:

“Dünya nimetinin (dünyalık faydalanmanın) en hayırlısı, sâliha -iyi- kadındır“ (Müslim, Müsnedü Ahmed, Nesâî, İbn mâce; Keşfü‘1-Hafâ, 1/364 (Hd. 1317); el-Münâvî: Feyzu‘l-Kadîr şerhu‘l-Câmii‘s-Sağîr, Riyad-1998, 6/3283 (Hd. 4279)).

Evet, iyi huylu bir kadın, bir erkek için gerçekten çok büyük nimettir. İyi kadını da Peygamber Efendimiz şöyle tanıtmışlardır:

“İyi kadın odur ki, (kocası) ona bakınca huzur verir, ona emredince itaat eder, ondan uzak kaldığı zaman, (kendi namusunda ve kocasının malında) eşine muhafızlık yapar“ (Sünenü Ebî Dâvud, Beyrut-1997, 2/209 (K. ez-Zekât, 33/1664).).

Şunu da bilmeli ki, edebinden yüzü kızaran bir kız, sıkılmayan kimseden elbette hayırlıdır.

3 - Evlenmek isteyen bekâr gencin, bakireyi tercih etmesi uygun olur. Çünkü onunla aile hayatı daha sıcak ve kolay olur, bunun eşine bağlılığı daha kuvvetli olur... Şöyle bir hikâye vardır: Çok güzel bir gencin bakire bir nişanlısı varmış. Pek çirkin bir adam, kızı kaçırıp onunla zina etmiş. Sonra da genç nişanlı, bununla evlenmiş. Yirmi-otuz sene güzel bir evlilik hayatı sürmüşler. Nihayet kadının ölüm hâli yaklaşınca, kocasına samimi olarak şöyle tenbih ve itirafta bulunmuş: “Evlenmek istediğin zaman, bakire olmayanla evlenme! Çünkü kendisi pek çirkin olduğu hâlde, benimle zina eden o adamın muhabbeti, bunca zamandır kalbimden çıkmadı. Sen çok yakışıklı olduğun hâlde, o sevgiyi sende bulamadım...“ (Seyyld Ali-zâde: Şerhu Şir‘ati‘l-İslâm (ist. 1293), s. 441.).

4 - Kısırlığı sabit olmayan, çocuk doğurabilecek kadınla evlenmeyi tercih etmelidir. Zira ailede çocuk sahibi daha hayırlıdır. Ama her şeye rağmen, dindar ve temiz ahlâklı kimseler, üstünlükte dâima ön sırada gelirler. Bu vasfıyla birlikte diğer iyi meziyetleri de taşıyanlar, ayrıca değer kazanırlar.

5 - Kadın, erkeğinin beğeneceği bir güzellikte olmalıdır. Çünkü devamlı onunla yüzyüze gelip, gönlü onunla huzur bulacaktır. Güzellik anlayışı izafî olup, şahıslara göre değişik olacağından, herkesin eşinde aradığı tabiî bir güzelliği bulması yeterlidir. Ama hiçbir zaman dış güzelliğe kapılıp, huy güzelliğini unutmamalıdır. Aslında huyundan dolayı sevilen kimse, her zaman güzeldir.

6 - İyi bir aileden seçmeye çalışmalıdır. Gerçi diğer yönleri gözetilmeden, sırf soy üstünlüğüne bağlı görülen bir asalete imrenip evlenmek doğru olmaz. Ama terbiye üstünlüğüne dayanan bir asaletin aranması, iyiliğiyle tanınan dindar, dürüst ve sağlam bir aileden alınması tercih edilmelidir. Zira aile eğitiminin ahlâkî gelişmeye büyük tesiri olduğu kesindir. ‘Terbiyenin, hüsn-i ahlâkda medhal-i azîmi (büyük etkisi) olduğuna ittifak vardır“ (Mevzuâtü‘1-Ulûm, 2/463.).

(Kişinin, yakın hısımlık kuracağı kimselerin iyi olması da, ayrı bir ni‘mettir. “Anasına bak kızını al“ atasözünü hatırdan uzak tutmamalıdır... Dâmad seçerken de, erkeğin aile yapısı hesaba katılarak karar verilmelidir).

Evlenme hususunda kadının:

1) Yaşta,
2) Boyda,
3) Servet (ve rütbe)de,
4) Asalette erkekten biraz aşağı olması daha iyidir.

Fakat:

1) Güzellikte,
2) Terbiyede,
3) Ahlâkta,
4) Takvada ise, erkekten üstün olması daha güzeldir (Şerhu Şir‘atfl-İslâm, s. 441.).

Nikâh düşen kimselerden, yakın hısımlarla evlenmek de caiz olmasına rağmen pek iyi değildir. Çünkü akraba arasından evlenen eşlerin, birbirine karşı olan arzu ve sevgileri biraz gevşek olur. Bu münâsebetle, onların neslinin zayıflamasına sebep olur (Mevzuâtü‘1-Ulûm, 2/463.). Şu halde; amca kızı, dayı kızı, hala kızı, teyze kızı gibi yakınlarla evlenmekten sakınmak iyi olur.

(Gayr-i müslim yahûdi ve hıristiyan kadınla müslüman bir erkeğin evlenmesi caizdir; fakat iyi değildir, mekruhtur. İhtiyaç olmadıkça böyle bir evlilikte bulunmamalıdır. İslâm‘dan çıkan “mürted“ ve dinsiz kimselerle -kadın olsun erkek olsun- müslümanın nikâhlanması, dînen haram ve bâtıldır). Kötü ahlâklı, iffetsiz kadınlardan sakınmak lâzımdır. Fuhuş yapan kadınla, hele bunu meslek hâline getiren kimseyle evlenmek, iffetli kimseler için -tahrîmen mekruhtur- hiç münâsip değildir. Bu hususu âyet-i kerîme şöyle belirtir:

“Kötü kadınlar, kötü erkekler için; kötü erkekler de kötü kadınlar içindir. Temiz kadınlar, temiz erkekler için; temiz erkekler de temiz kadınlar içindir“ (S. en-Nûr, 26. Bununla beraber, zina etmemişin zina etmişle nikâhlanması kerahetle caizdir. (Bu mesele hakkında ve Nûr sûresi 3. âyetin tefsirinde; Hamdi Yazır: Hak Dini Kur‘an Dili, İst-1970, 5/3474-78, 3494).).

Kadınlarda dine bağlılık ve güzel huy öncelikle arandığı gibi, her erkeğin kendine göre uygun gördüğü çeşitli değerler daha aranabilir. Meselâ anlayışlı olması, ev işlerini güzel tanzim etmesi, idareli ve tutumlu olması, her ev hanımından beklenen en mâkul bir hususiyettir. Yine bâzı fena huylardan uzak olanın tercih edilmesi, evliliğin selâmeti bakımından elbette lüzumludur. Kötü halli kadını, sonradan ıslâh etmek için fazla iyimser ve ümidvâr olmamalı, böylesinden sakınmalıdır. Zira aslında sâliha (terbiyeli-ahlâklı) olmayan kadının, yirmisinden sonra ıslâhı -mümkün de olsa- kolay değildir.

Meselâ, şu huylara sahip kadınlarla evlenmekten imkân nisbetinde sakınmalıdır:

1 - Mâkul bir sebep yokken devamlı ağlayıpsızlayan;
2 - Yaptığım başa kakan;
3 - Dırdırcı, çene düşkünü;
4 - Devamlı kendini övüp eşini küçümseyen;
5 - Dul olup, eski kocasına bağlılığını -yenisini usandıracak şekilde- sık sık açığa vuran;
6 - Erkeğinden başkasında gözü olan;
7 - Yabancılara kendini beğendirmek için süslenip püslenen;
8 - Eline geçeni israf eden kadın...

Evlilikte Erkekte Aranacak Vasıflar

1 - Erkeğin dindar olması:

Bir müslüman kadının, evlenecek erkeğinden araması gereken ilk şart budur. Nitekim müslüman erkek de eşinde bu vasfı arayacaktır.

2 - Erkeğin fâsık olmaması:

Fâsık, haramları açıktan işlemeye devam eden kimsedir. Bir müslüman kızı, böyle biriyle evlenirse mutlu olamaz. Haramdan korunan, güzel huylu erkeği bulup onunla evlenmeye çalışmalıdır.

Bunlardan başka daha muhtelif güzel hususiyetler de aranabilir. Ama önce dindarlık ve huy güzelliğine bakılmalıdır. Bunlar olmayınca, müslüman kızı için diğerleri fazla kıymet ifâde etmez. Peygamber Efendimizin bu husustaki tavsiyesi şöyledir:

“Dinini ve huyunu beğendiğiniz biri size (kız istemeye) gelince, onu evlendiriniz. Eğer yapmazsanız, yeryüzünde fitne ve fesad çıkar“ (el-Câmiu‘1-Kebîr (Tirmlzî), 2/381 (K. en-Nikâh, 3/1085); el-Beyhakî: es-Sünenü‘l-Kübrâ, Beyrut-1994, 7/132. (K. en-Nikâh, Hd. 13481).).

* * *

Küfüv (denklik) meselesi:

Erkeğin; İslâmiyet, dindarlık, hürriyet, neseb, mal ve sanat bakımından, alacağı kızdan aşağı seviyede olmamasına “Küfüv“ denir ki, bunların lüzum ve hususiyeti, üçüncü kısımda ayrıca açıklanmıştır. Küfüv (kefâet), erkeğin bu belirtilen hususlarda kadından üstün veya aynı seviyede olmasıyla, eşler arasında denkliğin sağlanması demektir. Bundan maksad ise, eşlerin birbirine karşı eziklik içinde kalmadan, nefisleri incinmeden, gönül huzuru içinde evlilik hayatı sürmeleri, arlanma ve alınma ihtimâlinden uzak kalmalarıdır. Bunun için küfüv, kadın tarafından erkekte aranır, bu noktalarda erkeğin eşinden aşağı kalmaması tercih edilir. Şu kadar ki, bunlar evlenmenin şartı değil, fakat varlığı lüzumlu olan şeylerdir. Bu hususlar içinde en mühimi, erkeğin dindarlığıdır. Meselâ namaz kılmayan, içki içen, kumar oynayan bir erkek, namaz kılan ve haramlardan korunan “sâliha“ bir kızın küfvü -dengi- olamaz. Şu halde dindar kızlar, dinî farzları terkeden, haramlardan çekinmeyen fâsık kimselerle ev-lenmemelidir.

Küfr (kâfirlik) meselesi:

Küfr, dinden çıkmaya sebep olan inanç, söz ve davranış demektir ki, küfre giren kimse İslâm‘dan çıkıp kâfir olur. Böylesine “Mür-ted“ denir. Meselâ, îmanın şartlarından birini inkâr etmek veya zina, şarap, kumar gibi kat‘î haramların haramlığmı inkâr yahut “zarûrât-ı diniyye“den olan namaz, oruç, zekât gibi farzları inkâr ve tahkir etmek, kişiyi imandan çıkarır. Böyle hâllerle ve benzeri durumlarla küfrünü açığa vurarak müslümanlıktan ayrılıp mürted -kâfir- olan kimseler; müslüman ismini taşısalar da, kadın olsun erkek olsun, İslâm dairesinde asla evlenemezler. Bunların evlilikleri dînen sahîh olmaz; evlenmiş olsalar nikâhlı sayılmayıp, bu işleri nikâhsız birleşme olur. Ancak, tevbe edip imanını tazeleyerek, yeniden İslâm‘a dönenler hâriç. Onlar bu dönüşten sonra nikâhlanabilirler.

Sözün kısası, dinden çıkan mürtedin, bir müslümanla veya herhangi bir kâfirle hattâ kendi gibi bir mürtedle evlenmesi bile caiz değildir; böyle bir muamele İslâm hukukunda asla sahîh değildir (el-Mebsût, 5/48.). Müslüman bir erkek, müslümandan başka bir de ehl-i kitab (hıristi-yan veya musevî) kadınla evlenebilirse de -bu da mekruhtur- diğer mürted, müşrik, putperest veya dinsiz kâfirlerle evlenemez. Müslüman kızı ise, müslümanlar dışında hiçbir kimseyle evlenemez.

Tenbîh:

Zamanımızda, nikâh şartlarını taşımayan, müslüman kimselerin kendisiyle evlenmesi caiz olmayan kimseler çoğalmıştır. Müslüman aileler bu noktaya dikkat etmeli, evlâdını sahîh olmayan bâtıl nikâhla evlendirmekten şiddetle sakınmalıdır. Aksi hâlde bunun vebali ve günahı büyüktür. İslâm‘daki evliliğin şartlarından biri de, müslü-manm müslümanla evlenmesidir. Evlenecek adayların, îmanın şartlarına inandıkları, mü‘min oldukları malûm olmalıdır. Bunun için, îmanın ve İslâm‘ın şartlarını gerektiği kadar öğrenip inanmış olmak lâzımdır. Bir kimsenin müslüman kalabilmesi için, kesin farz ve haramlara da inanması, bunları inkâr etmemesi dinî bir zarurettir.

Kitâbiyye, yâni hıristiyan veya yahûdî dinindeki bir kadın ile evlenme durumunda olan bir müslüman da, aile ocağında İslâmî-millî hayatı sarsmamak şartıyla bu işi yapmalıdır. Bu mühim hâkimiyeti koruyamayacak kimse ehl-i kitapla evlenirse günahkâr olur. Müslüman erkek, ya aldığı gayr-i müslimenin müslüman olmasma vesile olmalı yahut onun müslüman ailesini tahribine fırsat vermemelidir. Bunu beceremeyecek olan kimse, kitâbiyye ile evlenmemelidir. Maalesef zamanımızda, bu hususta büyük gafletler ve İslâm ailesini eriten üzücü neticeler görülmektedir. Bu hususlarda müslümanlann, dikkatli ve uyanık olması lâzımdır.

Baştanberi önemle belirtildiği gibi, evlenecek olan müslüman eşler arasında, öncelikle dindarlık ve güzel ahlâkın aranması lâzımdır. Bu vasıflar, eşler arasında en mühim ve ortak anlaşma noktasıdır. Bu hususu dikkate almadan, servet ve şöhret, zahiri itibar peşinde koşarak, gerekli İslâmî niteliklerden uzak kimselerle, sırf maddî ihtiraslarla evlilik kuranlar aradıkları aile saadetini bulamadıkları gibi, İslâm ailesinin gelişmesine de engel oluştururlar. Eşlerin ruhî anlaşmalarını sağlayan müşterek güzel hâller gözetilmeden, geçici menfaatler uğruna harcanmaktan sakınmalıdır. Müslümanlar, bahtiyar müslüman ailesinin çoğalması için çaba göstermeli, geçici ve aldatıcı heveslere kapılmamalıdır

İslami Nikah (Hanefi Fıkhına Göre) Nasıl Kıyılır?

Dini nikâh nasıl kıyılır?

Hıristiyanların nikâhlarını, kilisede papazlar kıydığı halde, papaz nikâhı denmiyor. Nikâh kıymasını bilen her Müslüman, her yerde nikâh kıyabilir, Yani Camide olması da şart değildir. İmamın kıyması da, şart değildir. Doktor kıyarsa, doktor nikâhı, mühendis kıyarsa, mühendis nikâhı denmeyeceği gibi, imam kıyınca da, imam nikâhı denmez. Normal adı, nikâhtır. Resmi nikâh muamelesi ile karışmaması için, dini nikâh deniyor. Yoksa nikâh, namaz gibi dinin bir emridir. Dini namaz veya imam namazı diye bir namaz olmadığı gibi, imam nikâhı da olmaz. Sadece, belediyede yapılan nikâh işlemleri ile karışmaması için dini nikâh demeli, imam nikâhı dememelidir.

Nikâh şöyle kıyılır

Nikâh yapacak efendi, önce zevcenin adını, Mesela Fatıma bint-i Ahmed yazar.
Sonra zevcenin vekilini, Mesela Ali bin Zeyd yazar.
Sonra iki erkek şahidin adını yazar. Sonra zevcin adını, Mesela Ömer bin Hüseyin diye yazar.
Sonra, zevc yoksa zevcin vekilinin adını yazar.
Sonra, iki tarafa sorarak, uyuştukları mehr-i müecceli ve mehr-i muacceli yazar.
Sonra, istiğfar okur. Euzü Besmele okur.
(Elhamdü lillahillezî zevvecel ervâha bil eşbâh ve ehallennikâha ve harremessifâh. Vessalâtü vesselâmü alâ resûlinâ Muhammedinillezî beyyenel-harâme vel-mubâh ve alâ Âlihi ve Eshâbi-hillezîne hüm ehlüssalâhi velfelâh) der.

Euzü Besmele çekip, Nur suresinin otuzikinci âyetini okur. (Sadakallahül’azîm) deyip, (Kâle Resûlullah, sallallahü aleyhi ve sellem, “En-nikâhü sünnetî femen ragibe an sünnetî feleyse minnî” sadaka Resûlullah. Bismillâhi ve alâ sünnet-i resûlillah) der.

Sonra zevcenin vekiline dönüp

(Allahü teâlânın emri ve Peygamber efendimizin sünneti ile ve amelde mezhebimizin imamı, imam-ı a’zam Ebu Hanife hazretlerinin ictihadı ile ve hazır olan Müslümanların şehadetleri ile, vekili olduğun Fatıma bint-i Ahmedi, şu kadar altın mehr-i müeccel ve şu kadar altın muaccel ile, talibi olan Ömer bin Hüseyine tezvice, vekaletin hasebi ile, verdin mi?) der.

Sonra zevcin vekiline dönüp, yine (Bismillahi ve alâ)dan başlayıp okur. Sen dahi, Fatıma bint-i Ahmedi, şu kadar altın mehr-i müeccel ve aralarında malum olan mehr-i muaccel ile, vekili olduğun Ömer bin Hüseyine, vekaletin hasebi ile, aldın mı?) der.
[Zevcin kendisi varsa, bunları kendisine sorar.]

Her ikisine üçer kere sorar ve cevap alır. Ben dahi akd-i nikah ettim der. Sonra, şu duayı okur:

(Allahümmec’al hâzel akde meymûnen mubâreken vec’al beyne-hümâ ülfeten ve mehabbeten ve karârâ ve lâ tec’al beyne-hümâ nefreten ve fitneten ve firârâ. Allahümme ellif beynehümâ kemâ ellefte beyne Âdeme ve Havvâ. Ve kemâ ellefte beyne Muhammedin “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Hadîce-tel-kübrâ ve Âişe-te ümm-il mü’minîne “radıyallahü anhümâ”. Ve beyne Alîyyin “radıyallahü anh” ve Fâtıma-tez-zehrâ “radıyallahü anhâ”. Allahümme a’ti le-hümâ evlâden sâlihan ve ömren tavîlen ve rızkan vâsi’an. Rabbenâ heb lenâ min ezvâcinâ ve zürriyyâtinâ kurrete a’yünin vec’alnâ lil müttekîne imâmâ. Rabbenâ âtinâ fiddünyâ haseneten ve fil âhıreti haseneten ve kına azabennâr. Sübhâne rabbike rabbil’ızzeti ammâ yesıfûn ve selâmün alel mürselîn velhamdülillahi rabbil’âlemin. El fatiha.) denir.

ve islami nikahta tamamlammis olur.

KUL HAKKINYLA İLGİLİ HADİSLER

HADİSLER


1 - Hz. Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Şayet ben bir insanın başka bir insana secde etmesini emredecek olsaydım, kadına, kocasına secde etmesini emrederdim." Tirmizi, Rada' 10, (1159).
2 - Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Hangi kadın, kocası kendisinden razı olarak vefat ederse, cennete girer.'' Tirmizi, Radâ 10, (1161).
3 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Nefsim kudret elinde olan Zât-ı Zülcelâl'e yemin ederim, bir erkek hanımını yatağa davet ettiğinde kadın imtina edip gelmezse, kocası ondan râzı oluncaya kadar semada olan (melekler) ona gadab ederler.''
4 - Bir başka rivâyette şöyle denmiştir: "Erkek, kadınını yatağına çağırır, kadın da gelmeye yanaşmaz, erkek öfkelenmiş olarak sabahlarsa, melekler sabaha kadar -bir rivayette yatağa gelinceye kadar- kadına lânet okurlar.''
5 - Bir başka rivâyette: "Kadın küskünlükle kocasının yatağından ayrı olarak sabahlarsa, melekler onu lânetler" denmiştir. Buhari, Nikâh 85, Bed'ü'l-Halk 6; Müslim, Nikâh 120 - 122 (1436); Ebu Dâvud, Nikâh 41, (2141).
6 - Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü. dendi, hangi kadın daha hayırlıdır?'' "Kocası bakınca onu sürura garkeden, emredince itaat eden nefis ve malında, kocasının hoşuna gitmeyen şeyle ona muhalefet etmeyen kadın!" diye cevap verdi." Nesâi, Nikâh 14 (6,68).
7 - Hz. Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Erkeğe, hanımını ne sebeple dövdüğü sorulmaz." Ebu Davud, Nikah 43, (2147).
8 - Ebu Sa'id (radıyallahu anh) anlatıyor: "Safvân İbnu Muattâl (radıyallahu anh)'ın hanımı, yanında Safvân da bulunduğu bir anda Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gelerek: "Ey Allah'ın Resülü, namaz kıldığım zaman kocam beni dövüyor, oruç tuttuğum zaman da orucumu bozduruyor, güneş doğuncaya kadar da sabah namazı kılmıyor!'' dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), hanımının bu söyledikleri hakkında Safvân'a sordu. Safvân: "Ey Allah'ın Resülü! "Namaz kıldığım zaman dövüyor '' sözüne gelince, o zaman (bir rekatte uzun) iki süre okuyor. Halbuki ben bunu yasakladım'' dedi. Resulullah kadına: "İnsanlara tek surenin okunması yeterlidir '' buyurdu. Safvân devam etti: "Oruç tuttuğum zaman bozduruyor '' sözüne gelince, "Hanımım oruç tutup duruyor. Ben gencim, hep sabredemiyorum." dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: "Bir kadın kocasının izni olmadan (nafile) oruç tutamaz!'' buyurdular. Safvân devamla: "Güneş doğuncaya kadar sabah namazı kılmadığım sözüne gelince, biz (gece çalışan) bir âileyiz, bunu herkes biliyor. (Sabaha yakın yatınca) güneş doğuncaya kadar uyanamıyoruz'' diye açıklama yaptı. Aleyhissalatu vesselam: "Ey Safvân, uyanınca namazını kıl!" buyurdular." Ebu Dâvud, Savm 74, (2459).
9 - Ebu'I - Verd İbnu Sümâme anlatıyor: "Hz. Ali (radıyallahu anh) İbnu Ağyed'e dedi ki: "Sana kendimden ve Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'ın kızı Fâtıma (radıyallahu anhâ)'dan -ki o, babasına, ailesinin en sevgili olanı idi- bahsedeyim mi?'' "Evet, bahsedin!'' dedim. Bunun üzerine: "Fâtıma radıyallahu anhâ değirmen çevirirdi; elinde yaralar meydana gelirdi. Kırba ile su taşırdı. Bu da boynunda yaralar açtı. Evi süpürüyordu. Üstü başı toz-toprak oldu. (Bu sıralarda) Rasûlüllah'a bir kısım köleler getirilmişti.. Fâtıma 'ya: "Babana kadar gidip bir köle istesen!" dedim. Gitti. Aleyhisselâtu vesselâm'ın yanında bazılarının konuşmakta olduklarını gördü ve geri döndü. Ertesi gün Resulullah Fâtıma'ya gelerek: "Kızım ihtiyacın ne idi?" diye sordu. Fâtıma süküt edip cevap vermedi. Ben araya girip: "Ben anlatayım Ey Allah'ın Resülü!'' dedim ve açıkladım: "Fatıma'nın değirmen kullanmaktan elleri yara oldu, kırba ile su taşımaktan da omuzları incindi. Köleler gelince ben kendisine, size uğramasını, sizden bir hizmetçi istemesini ve böylece biraz rahata kavuşmasını söyledim. Bu açıklamam üzerine Resulullah: "Ey Fatıma, Allah'tan kork, Allah'a olan farzlarını eda et, aileyin işlerini yap. Yatağına girince otuzüç kere sübhanallah, otuzüç kere elhamdülillah, otuzüç kere Allahuekber de. Böylece hepsi yüz yapar. Bu senin için hizmetçiden daha hayırlıdır.." buyurdular. Fatıma (radıyallahu anha): "Allah'dan ve Allah'ın Resulünden razıyım" dedi. Resulullah ona hizmetçi vermedi." Buhari, Fedailul Ashab 9, Humus 6, Nafakat 6, 7, Da'avat 11; Müslim, 80, (2727); Tirmizi, Da'avat 24, (3405); Ebu Davud, Harac 20, (2988, 2989), Edeb 109, (5062, 5063).
10 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kadınlara hayırhah olun, zira kadın bir eyeği kemiğinden yaratılmıştır. Eyeği kemiğinin en eğri yeri yukarı kısmıdır. Onu doğrultmaya kalkarsan kırarsın. Kendi haline bırakırsan eğri halde kalır. Öyleyse kadınlara hayarhah olun." Buhari, Nikah 79, Enbiya 1, Edeb 31, 85, Rikak 23; Müslim, Rada 65, (1468); Tirmizi, Talak 12, (1188).
11 - Amr İbnu'I-Ahvas (radıyalİahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kadınlara karşı hayırhah olun. Çünkü onlar sizin yanınızda esirler gibidirler. Onlara iyi davranmaktan başka bir hakkınız yok, yeter ki onlar açık bir çirkinlik işlemesinler. Eğer işlerlerse yatakta yalnız bırakın ve şiddetli olmayacak şekilde dövün. Size itaat ederlerse haklarında aşırı gitmeye bahane aramayın. Bilesiniz, kadınlarınız üzerinde hakkınız var, kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakkı var. Onlar üzerindeki hakkınız, yatağınızı istemediklerinize çiğnetmemeleridir. İstemediklerinizi evlerinize almamalarıdır. Bilesiniz onların sizin üzerinizdeki hakları, onlara giyecek ve yiyeceklerinde iyi davranmanızdır.'' Tirmizi, Tefsir Tevbe, (3087).
12 - Hakim İbnu Mu'âviye babası Mu'âviye (radıyallahu anh)'den anlatıyor: "Ey Allah'ın Resülü! dedim, bizden her biri üzerinde, zevcesinin hakkı nedir?'' "Kendin yiyince ona da yedirmen, giydiğin zaman ona da giydirmen, yüzüne vurmaman, takbîh etmemen, evin içi hariç onu terketmemen." (Ebu Dâvud, Nikâh 42, (2142, 2143, 2144).

Kul Hakkı Nedir?

Kul hakkı, insanın sahip olduğu hakları demektir.
Kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerim kul hakkı üzerinde önemle durmaktadır. Allah’ın emir ve yasaklarının hemen hemen dörrte üçü kul hakkı ile ilgilidir. Busebeple, Allah’a kulluk, yalnızca belli ibadetleri yerine getirmek değil, aynı zamanda insan haklarına da büyük saygı duymaktır. Aksi takdirde insanların birarada kardeşçe yaşamaları, devletler kurmaları mümkün olmaz.
Toplumun kaynaşması, kötülüklerden uzak, kardeşçe yaşayışın sağlanması için kul haklarına saygılı olmak o kadar önemlidir ki, Allah her türlü günahı affettiği halde, kul hakkını affetmiyor.
İhanet etmek, utandırmak, küçümseme, mala ve cana zarar vermek, alış verişte aldatmak, dargın durmak, iftira etmek, arkasından konuşmak, laf taşımak,dedikodu yapmak, anarşi çıkarmak, dini ve milli değerlere saygısız davranmak kul hakkını zedeleyen davranışlardandır.
Peygamberimez: “İnsanlara merhamet etmeyen kimseye Allah da merhamet etmez.” buyurur.

1. ANNE HAKKI
İnsan varlığının gerçek sebebi yani yaratıcısı Allah Teâlâ Hazretleridir. Ancak, görünen sebebi ise anne ve babadır. Anne ve baba arasında ise öncelikle annenin fonksiyonu daha fazla ve çektiği zahmetler daha çoktur. Yüce Rabbimiz buyurur ki:
“Biz insana, anne ve babasına karşı iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Annesi onu, güçsüzlükten güçsüzlüğe uğrayarak karnında taşımıştı. Çocuğun sütten kesilmesi iki yıl olur. Bana ve anne-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş Bana’dır.”
O halde, dokuz ay gibi uzun bir süre çocuğunu karnında taşımak, doğumdan sonra belli bir zamana kadar emzirerek büyütürken uykusunu bile terkedecek kadar sıkıntılara katlanmak bakımından anne hakkı baba hakkından önce geçmektedir. Onun için, iyilik yapma ve kendisine iyi davranma bakımından anneye üç defa öncelik tanınmış,dördüncüde babaya hak tanınmıştır.bu anlayış, aynı zamanda bir kadın olması bakımından anneye ne kadar değer verildiğini göstermesi yönünden önemlidir.
Kadınlarda dikkat çekecek kadar belirgin olan ortak özelliklerden sevgi, şefkat ve merhamet duygusu, anne olduktan sonra özellikle yavrusu üzerinde yoğunlaşmaktadır.bu yönü ile de anne, babadan öne geçmektedir. Dikkat edilirse çocuklar, bir sıkıntı veya korku anında çoğunlukla annelerine sığınırlar. Bu da annelerin şefkat, merhamet ve koruyuculuklarının fazla olduğunun belirgin ifadesidir.
Çocukların terbiyelerinde, dillerinin, dinlerinin öğretiminde ve sosyal bir varlık olmalrında anne, ilk yıllarda babaya göre daha fazla katkıda bulunmaktadır. Bütün bunlardan dolayı anne hakkı nem kazanmaktadır.

2. BABA HAKKI
Herşeyden önce baba ailenin reisidir. Babaya itaat, diğer insanlara göre daha çok gereklidir.
Ailenin geçimi çoğunlukla babanın sorumluluğu altındadır. Bu bakımdan da baba aile içerisinde önemli bir yer işgal etmektedir.
Aile içinde baba, gücü ile otoritenin temsilcisidir. Bilhassa erkek çocuklara bu yönden örnek olan baba, ailenin bütün fertlerinin koruyuculuğunu da üstlenmiş durumdadır. Onun için çocuklar babalarına şükran borçludurlar. Peygamber Efendimiz şöyle buyurur: “Hiç bir evlat babasının hakkını ödyemez. Ancak onu köle olarak bulup, satın alır ve hürrüyetine kavuşturursa müstesna...” İşte ancak o zaman babasının hakkını ödeyebilir.
Zamanıızda kölelik söz konusu olmadığına göre, belki babasını düştüğü çok önemli maddi ve manevi sıkıntılardan kurtarabilen, ölüme kadar da saygıda kusur etmeyen, böylece hayır duâsını alabilen evlat ancak ona karşı borcunu ödemiş olabilir. Esasen hadiste baba hakkının önemi vurgulanmaktadır.

3. KARDEŞ HAKKI
Çocuklar, aile içerisinde huzur ve mutluluk kaynağıdır. Çünkü çocuklar ailelere Allah tarafından verilmiş birer hediyedir. Aynı zamanda karı-koca arasındaki sevgi bağlarıdır. Dolayısıyla çocuklar aileyi sevgi ve saygı anlayışı içerisinde ayakta tutan huzur kaynaklarıdır. Ailedeki huzurun bozulmaması için çocuklar, bir taraftan anne ve babalarına karşı saygılı davranırlaarken, diğer taraftan da birbirlerine karşı sevgi göstermeli ve saygılı olmalıdırlar. Bunun için:
Büyük kardeş olan ağabey ve ablalar yerine göre baba ve anne gibi kabul edilip, küçüklerin onlara saygı göstermeleri gerekir. Örf ve geleneklerimizde büyük kardeşlere, baba ve anneye yakın derecede değer verilmesi ve saygı gösterilmesi esas tutulmuştur. Öyle ise biz de ağabeylerimizi ve ablalarımızı aynı gözle görüp onlara saygı göstermeliyiz.
Ağabeyler ve ablalar da küçük kardeşlerine anne ve babalarının kendilerini sevdikleri gibi sevmeli, onlara ilgi ve şevkat göstererek korumalıdırlar.
Kardeşler, aralarında meydana gelebilecek kıskançlıkların, huzursuzlukların, ve kavgaların sadece kendilerini değil, ailelerin bütün fertlarini üzp, sarsacağını bilmelidirler. Onun için kendi aralarında mümkün olduğu kadar iyi geçinmeğe çalışmalıdırlar.
Anne ve babamızca kardeşimize gösterilen ilgi ve şefkati yanlış anlayarak, bunu kıskançlık sebebi yapmamalıyız. Şunu unutmayalım ki, onlar kesinlikle büyük-küçük, erkek-kız ayrımı yapmazlar. Bir elin parmaklarından her biri insan için ne ise, çocuklar da bir anne ve baba için öyledir. Biri diğerinden farklı görülmez ve üstün tutulmaz.
Kardeşler arasında fikrî, bedenî ve mali yönde dayanışma olmalıdır. Atalarımız: “Bir elin nesi var, iki elin sesi var...” demişlerdir. Tek başına kişi yanılabilir veya yenilebilir.ama birlikten kuvvet doğar. Fikir ve güç dayanışması kardeşleri güçlü kılar.
Kardeşler arasında bazı konularda farklı düşünceler de olabilir. Buna saygı duyulmalıdır. Bu konuda ortaya çıkabilecek farklı görüşleri kardeşler birlikte tartışarak, doğrulunuğa kanaat getirdikleri görüşleri benimseme alışkanlığı kazanmalıdırlar.onların böyle davranışları kendilerini de ailelerini de mutlu kılar.
İşte böylesine bir takım konulara ve inceliklere dikkat edilmesi, kardeşler arasında sevgi, saygı ve dayanışmayı güçlendirir. Birbirlerine karşı olan hak ve düşüncelerini de yerine getirmiş olurlar.

4. AKRABA HAKKI
Aile fertlerimizden sonra öncelikle ilişki kuracağımız kişiler akrabalarımızdır. Akrabalık ilişkilerinde, yakından uzağa doğru bir gidiş gözetilir.
Biz müslümanlar, Yüce Rabbimizin ve Sevgili Peygamberimiz emirlerini her zaman baştacı etmeliyiz. Onlar ne emretmişlerse onu benimseyip, uygulamalıyız. Neleri yasaklamışlarsa onlardan da kaçınmalıyız. Yüce Rabbimizin ve Sevgili Peygamberimizin baştacı etmemiz gereken emirlerinden birisi de;akrabalarla ilgilenmek, darlık ve bolluk zamanlarında her an onlarla birlikte olmaktır. Akrabalarımızla her fırsatta ziyaretleşmek, maddîve manevîkonularda yardımlaşmak aslî görevlerimizdendir. Çünkü akrabaların birbirleri üzerinde karşılıklı hakları vardır.
Kur’ân-ı Kerim’de, bir kimsenin iyiliklerinden bahsedilirken,Allah,âhiret günü, melekler, kitap ve peygamber inancından yani temel inanç esaslarından sonra ilk sırada; “Allah sevgisi ile akrabaya yardım edenler” anılmaktadır. Bu sıralama ile Allah Teâlâ Hazretleri akrabamıza ilgi göstermemizin ne derecede önemli olduğunu bize bildirmektedir.
Bir başka ayette de, akraba ile ilgilenmenin önemi şöyle açıklanmıştır: “Allah şüpesiz adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara bakmayı emreder.Hayâsızlığı, fenalığı, haddi aşmayı yasak eder. Tutansınız diye size öğüt verir.
Akrabalarımızla ilgimiz sadece onların iyi günlerinde, bolluk, şan, şöhret zamanlarında olmamalıdır. Kötü günlerinde, yoksulluk, düşkünlük, ihtiyarlık dönemlerinde de dostluk ve akrabalık bağlarımızı sürdürmeliyiz.
Onları sadece bayramlarda,düğünlerde ve özel günlerde değil, fırsat bulduğumuz her zaman ziyaret etmeliyiz, gönüllerini almalıyız. Uzakta iseler, zaman zaman mektupla, telefonla hatırlarını sormalıyız. Hasta oldukları zaman yakın-uzak demeden ziyaretlerine gitmeliyiz.öldüklerinde ise cenaze merasimlerine katılmalıyız.
Akrabalarımız arasında fakir ve düşkün olanlar varsa, vereceğimiz zekâtve yapacağımız diğer yardımlarımızda öncelikle onları gözetmeliyiz. Çünkü Rabbimiz: “Yakınına, düşküne, yolcuya hakkını ver, elindekileri saçıp savurma.” “...Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’ınve akrabalarının haklarına riayetsizlikten sakının...” buyurmaktadır.
Bir sıkıntıya düştüğümüzde, yardım için ilk başvuracağımız yer akrabalarımızdır. Annemizin, babamızın olmadığı veya onları kaybettiğimiz dönemlerde akrabamız bizim annemiz-babamız yerine geçer. Onları bu gözle görmemiz, onlarında bizi öyle kabul etmeleri akrabalığın gereğidir.
Peygamber Efendimiz şöyle buyurur: “Allah’a ve âhiret gününe inanan kişi misafirne ikram etsin. Allah’a ve âhiret gününe inanan, akrabasını görüp gözetsin. Allah’a ve âhiret gününe inanan kimse ya hayır söylesin veya sussun!...”
Daha birçok ayette ve hadislerde akrabalığın önemi, onlarla ilgilenmenin değeri belirtilmektedir. O halde şunu söyleye biliriz ki: dinimiz hiçbir dinde ve toplumda görülemeyecek şekilde karşılıklı olarak akrabamızı görüp gözetmemizi ve onların haklarına dikkat etmemizi bize emretmektedir. Uzak-yakın bütün akrabanın aranıp, sorulmasına ve zaman zaman ziyaret edilmesine ise sıla-i rahîm denilmektedir.

5. ARKADAŞ HAKKI
Arakdaşlık, iki veya ikiden fazla insan arasında belli süre içersinde oluşan karşılıklı sevgi ve saygıya dayanan ilişkilerin adıdır. Arkadaşlık çok küçük yaşta başlıyabildiği gibi hayatın her döneminde yeni yeni arkadaşlıklar kurulabilir.arkadaşlığın süresi çok kısa sürebileceği gibi ömür boyu da sürebilir.
Kısa süreli de olsa, uzun süreli de olsa arkadaşlıklarda karşılıklı olarak maddi ve manevi bağlılıklar oluşur.beraber gezilir, eğlenilir, yenilir, içilir, ders çalışılır. Acılar ve sevinçler paylaşılır. Arkadaşlar birbirlerinin dert ortakları, sırdaşları olurlar.
Belli sürelerde bir arada olmak zorunda olan insanlar isteseler de istemeseler de günün birinde birbirleriyle arkadaş olduklarını farkederler. Ancak asıl devamlı ve samimi arkadaşlık seçilerek vekarşılıklı istek duyularak kurulanıdır. Bu şekilde kurulan arkadaşlıklarda çoğu zaman ortak zevklerin ve özelliklerin rolü büyük olur. Ortak zevklere ve özelliklere dayalı olarak kurulan arkadaşlıklarda karşılıklı maddi ve manevi çıkar yoktur. Onlar arasında karşılıklı sevgi ve saygı ağır basar.sevgi ve saygının tabiî sonucu olarak da menfaatler değil, fedâkârlıklar ön plâna çıkar. İyi ve ideal arkadaşlıklar böyle kurulur.
Arkadaşlıkta kötü olan ise, samimiyetten uzak ve sırf maddi ve manevi çıkarlar uğruna biraraya gelinmesidir. Böyle kurulan arkadaşlıklardan fayda gelmez.çünkü çıkarlar bite bitmez ilişkiler kopar. Taraflarca aynı maksatla başka arkadaş arayışları başlar.
Şurası bir gerçek ki: iki insan bir araya gelince aralarında karşılıklı olarak maddi ve manevi birtakım haklar doğar. Onun için arkadaşlar birbirlerinin birtakım isteklerine ve birtakım tekliflerine hayır dememelidirler. Ancak istek veya teklfler doğru yönde olmalıdır. Yanlış ve kötü yollara götüren tekliflere uymak gerekmez. Zaten iyi arkadaş da, kötü veya olumsuz tekliflerde bulunmaz. Şayet arkadaşlarından birisi devamlı hoş olmayan işler yapıyor ve arkadaşını da bu yönde zorluyorsa, böyle arkadaşlıklar uzun sürmemelidir.
Peygamber Efendimiz, “Mü’min, mü’minin aynasıdır.” buyurmuştur. Atalarımız ise, “Arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.” demişlerdir. Demek ki arkadaşlar birbirlerini önemli ölçüde etkilemektedirler. Arkadaşlar arasında karşılıklı etkileşim, genellikle güçlü kişiliği olanın baskın olması şeklinde gerçekleşir. Şayet iyi huylu, ahlâklı ve güçlü kişiliği olan baskın olursa, arkadaşlık ilişkileri iyi ve olumlu yönde gelişir. Ahlâkça zayıf olan baskın olursa, o zaman da ilşkile olumsuz yönde gelişir ve arkadaşlar hoş olmayan bitakım yönlere veya maceralara doğru sürüklenirler. Onun için arkadaşında hoş olmayan ve kendisi sonu belirsiz maceralara sürükleyecek tavır ve davranışlar farkeden birisi, önce onu bu tür olumsuzluklardan vazgeçirmeğe çalışmalıdır. Daha iyi, dürüst ve ahlâklı davranması için kendisini ikaz etmeli ve pna bu konuda yardımcı olmalıdır. Arkadaşlık bunu gerektirir.
Yeterince ilgi gösterilmesine ve uğraşılmasına rağmen, olumsuz tavır ve davranışlarını değiştimeyenlerden uzaklaşmak, iyi ve dürüst olanlarla arkadaşlık ilişkilerini geliştirmek ise aklın gereğidir.





6. KOMŞU HAKKI
Aile ve akrabalarımızdan sonra bize en yakın olan komşularımızdır. Dinimizin bize öğrettiğigüzel davranışlardan birisi de komşularımıza saygılı olmaktır.
Çevremize şöyle bir göz atacak olursak görürüz ki ev, tarla, dükkân, yazıhane komşularımız olduğu gibi, iş yerinde tezgâh komşumuz, sınıfımızda sıra komşularımız da vardır. İnsanlar arasında sağlıklı bir şekilde komşuluk ilişkilerini düzenlemek için dinimiz bazı hükümler getirmiştir. Peygamberimiz bu hükümleri şöyle özetler:
Yardım etmek, borç para istediinde vermek, hastalandığında ziyaret etmek, cenazesine katılmak, sevinçli anlarında tebrik, üzüntülü anlarında teselli etmek gibi.
Peygamberimiz (A.S.): “Komşusu şerrinden emin olmayan kimse mümin değildir.” buyurur. Ve ayrıca “Komşusu aç iken evinde tok duran kimse, gerçek mümin değildir.” diye de buyurmuştur.
Cenab-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de: “Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara (köle, cariye, hizmetçi ve benzerlerine) iyi davranın; Allah kendini beğenen ve daima böbürlenen kimseyi sevmez.”

7. ÖĞRETMEN HAKKI
Anne ve babamız bizim dünyaya gelmemize sebep olan, bebeklikten itibaren de bizi terbiye eden , kişiliğimizin temellerini oluşturan,maddi ve manevi değerlerimizi karşılayan saygıdeğer varlıklarımızdır. Kişiliğimize birçok yeni manevi değer kazandıranlar, bizi olgunlaştıranlar ise öğretmenlerimizdir. Diyebiliz ki öğretmenler ruh dünyamızın mimarlarıdır. Biz manen onların ellerinde şekilleniyor, onların yardım ve rehberlikleri ile topluma yararlı bireyler olarak yetişiyoruz. Öyleyse öğretmen hakkı son derece büyük ve önemlidir.
“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?..” âyeti ile Yüce Rabbimiz bilgili kişilere çok özel bir yer vermiştir. Öğretmenler de bilgili ve bize bildiklerini öğreten kişiler olduklarına göre, onlar da aynı şekilde değerli birer manevi makama oturtulmuş olmaktadırlar.
İslâm eğitimcileri öğretmen hakkının ödenemiyecek kadar büyük olduğunu söylemişlerdir. Çünkü devletlerin ve medeniyetlerin yükselişinde öğretmenlerin payları büyüktür. Bu nedenle öğretmenlere değer veren, onları maddi ve manevi alanda layık oldukları yerlere oturtan toplumlar kalkınmışlardır. Böyle toplumlarda insanlar mutlu ve faziletli olmuşlardır. Öğretmenlere değer vermeyen, öğretmenlik mesleğini hor gören, maddi ve manevi olarak layık oldukları yerlere oturtamayan toplumlar ise mutsuz olmuşlardır.
Tarihimize bir göz attığımızda görürüz ki, atalarımız öğretmenlere layık oldukları değeri vermişlerdir. Onlara maddi yönden doyurucu ücretler verirken, manevi yönden de gerekli olan ilgi ve takdiri esirgememişlerdir. Fatih Sultan Mehmet gibi bir Padişah, Molla Güranî ve Akşemseddin gibi hocaların terbiyesi sonucunda, genç yaşına rağmen İstanbul’u fethetmekten dolayı gururlanmamıştır. Fatih hiç bir zaman hocasına karşı saygısını bozmamış ve her zaman elini öperek hayır duâsını almıştır. İstanbul’a girerken kendilerini çiçek yağmuruna tutan Bizans halkına; “O çiçeklere asıl layık olanın hocası olduğunu ve çiçeklerin ona sunulması gerektiğini” ifade etmiştir. İşte bu olay, hocanın hakkını teslim ve hocaya saygının tarihimizdeki en güzel örneğidir.
Hz.Ali’ye ait olduğu söylenen bir söz vardır: “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum!” Öğretmene gösterilmesi gereken saygıyı bundan daha iyi anlatan bir söz az bulunur. Öğretmenlerin değerini takdir edenlerden birisi de Büyük İskender’dir. “Babam beni gökten yere indirdi, hocam yerden göğe yükseltti.” diyen İskender , hocasının kendisini manen yükselttiğini ve yücelttiğini anlayıp, takdir ederek ona gerçek değerini vermiştir.
Biz de öğretmenlerimize karşı mümkün olduğu kadar ilgi ve saygı götermekte kusur etmemeliyiz.
Öğretmenlerimiz, öğrenimimizi tamamladıktan sonra sahip olacağımız mesleklerdeki başarılarımızı, vatanımıza ve milletimize hizmetlerimizi duyup, gördükçe bizimle övüneceklerdir. Bizim başarımızda kendilerinin de payları olduğunu düşünerek iftihar edecek ve mutlu olacaklardır. Unutmayalım ki; onların mutlulukları mutluluğumuz olacaktır...

8. YOKSUL VE YETİM HAKKI
Müslümanlık, fakirlere ve yetimlere iyidavranmamızı, onlara özenle yardımda bulunmamızı emrediyor. Allah’ın bize yardım ve merhameti, bizim insanlara özellikle yoksullara karşı davranışımıza bağlıdır. Sevgili Peygamberimiz bu konuda: “İnsanlara yardım etmiyene Allah yardım etmez.” buyurmuştur.
Gözümüze kaçmakta olan bir küçük sinekten gözü korumak için nasıl hem elimizle, hem de göz kapaklarımız ile gözümüze yardım ediyorsak; insanlar da birbirlerini korumalı ve birbirlerine böyle yardım etmelidirler. Bunu Peygamberimiz (s.a.v.) bu konuda şöyle demiştir: “Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücut gibidir. Vücudun herhangi bir oranı rahatsız olursa diğer organları da bu yüzden acı duyarlar.”
Yetimler, bu koruma ve yardıma en muhtaç olan kimselerdir. Bu yardımlaşma ile toplumda sıkıntılar azalır, mutluluklar çoğalır. Dinimiz, yetim ve yoksulların haklarını korumaya özel bir önem vermiştir. Kur’ân-ı Kerim’de Rabbimiz: “Öyleyse yetimi sakın ezme. El açıp isteyen yoksulu da sakın azarlama.” ; “Haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyen şüpesiz karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar; zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir.”



KUL HAKKI HAKKINDA;


· AYETLER


1. 16:71. Allah kiminize kiminizden daha bol rızık verdi. Bol rızık verilenler, rızıklarını ellerinin altındakilere verip de bu hususta kendilerini onlara eşit kılmazlar. Durum böyle iken Allah'ın nimetini inkâr mı ediyorlar?
en-NAHL, Ayet 71 2. 17:26. Bir de akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma.
el-İSRÂ, Ayet 26
3. 30:38. O halde sen, akrabaya, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver. Allah'ın rızasını
isteyenler için bu, en iyisidir. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.
er-RÛM, Ayet 38
4. 4:9. Geriye eli ermez, gücü yetmez çocuklar bıraktıkları takdirde (halleri ne olur) diye korkacak olanlar (yetimlere haksızlık etmekten) korkup titresinler; Allah'tan sakınsınlar ve doğru söz söylesinler.
en-NİSA, Ayet 9
5. 2:42. Bilerek hakkı bâtıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin.
el-BAKARA, Ayet 42
6. 22:19. Şu iki gurup, Rableri hakkında çekişen iki hasımdır: İmdi, inkâr edenler için ateşten bir elbise biçilmiştir. Onların başlarının üstünden kaynar su dökülecektir!
el-HACC, Ayet 19
7. 37:113. Kendisini ve İshak'ı mübarek (kutlu ve bereketli) eyledik. Lâkin her ikisinin neslinden iyi kimseler olacağı gibi, kendine açıktan açığa kötülük edenler de olacak.
es-SÂFFÂT, Ayet 113
8. 58:22. Allah'a ve ahiret gününe inanan bir toplumun -babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa- Allah'a ve Resûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. İşte onların kalbine Allah, iman yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan hoşnut olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, kurtuluşa erecekler de sadece Allah'ın tarafında olanlardır.
el-MÜCADELE, Ayet 22 9. 60:3. Kıyamet günü yakınlarınız ve çocuklarınız size fayda vermezler. Çünkü Allah aranızı ayırır. Allah, yaptıklarınızı görendir.
el-MÜMTEHINE, Ayet 3
10. 64:14. Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, kusurlarını örterseniz, bilin ki, Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
et-TEĞABÜN, Ayet 14
11. 4:7. Ana-babanın ve yakınların bıraktıklarından erkeklere bir pay vardır; ana-babanın ve yakınların bıraktıklarından kadınlara da bir pay vardır. Gerek azından, gerek çoğundan belli bir hisse ayrılmıştır.
en-NİSA, Ayet 7
12. 4:11. Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (miras vermenizi) emreder. (Çocuklar) ikiden fazla kadın iseler, ölünün bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer yalnız bir kadınsa yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, ana-babasından her birinin mirastan altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da ana-babası ona vâris olmuş ise, anasına üçte bir (düşer). Eğer ölenin kardeşleri varsa, anasına altıda bir (düşer. Bütün bu paylar ölenin) yapacağı vasiyetten ve borçtan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin size, fayda bakımından daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Bunlar Allah tarafından konmuş farzlardır (paylardır). Şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir.
en-NİSA, Ayet 11
13. 4:12. Yapacakları vasiyetten ve borçtan sonra eşlerinizin, eğer çocukları yoksa, bıraktıklarının yarısı sizindir. Çocukları varsa bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Çocuğunuz yoksa, sizin de, yapacağınız vasiyetten ve borçtan sonra, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır (zevcelerinizindir). Çocuğunuz varsa, bıraktığınızın sekizde biri onlarındır. Eğer bir erkek veya kadının, anababası ve çocukları bulunmadığı halde (kelâle şeklinde) malı mirasçılara kalırsa ve bir erkek yahut bir kızkardeşi varsa, her birine altıda bir düşer. Bundan fazla iseler üçte bire ortaktırlar. (Bu taksim) yapılacak vasiyetten ve borçtan sonra, kimse zarara uğramaksızın (yapılacak)tır. Bunlar Allah'tan size vasiyettir. Allah her şeyi hakkıyle bilendir, halîmdir.
en-NİSA, Ayet 12
14. 4:19. Ey iman edenler! Kadınlara zorla vâris olmanız size helâl değildir. Apaçık bir edepsizlik yapmadıkça, onlara verdiğinizin bir kısmını ele geçirmeniz için de kadınları sıkıştırmayın. Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız (biliniz ki) Allah'ın hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış olabilirsiniz.
en-NİSA, Ayet 19
15. 4:33. (Erkek ve kadından) her biri için, ana, baba ve akrabanın bıraktığından (hisselerini alacak olan) vârisler kıldık. Yeminlerinizin bağladığı kimselere de paylarını verin. Çünkü Allah her şeyi görmektedir.
en-NİSA, Ayet 33
16. 4:127. Senden kadınlar hakkında fetva istiyorlar. De ki, onlara ait hükmü size Allah açıklıyor: Kitap'ta, kendileri için yazılmışı (mirası) vermeyip nikâhlamak istediğiniz yetim kadınlar, çaresiz çocuklar ve yetimlere karşı âdil davranmanız hakkında size okunan âyetler (Allah'ın hükmünü apaçık ortaya koymaktadır). Hayırdan ne yaparsanız şüphesiz Allah onu bilmektedir.
en-NİSA, Ayet 127
17. 4:176. Senden fetva isterler. De ki: "Allah, babası ve çocuğu olmayan kimsenin mirası hakkındaki hükmü şöyle açıklıyor: Eğer çocuğu olmayan bir kimse ölür de onun bir kızkardeşi bulunursa, bıraktığının yarısı bunundur. Kızkardeş ölüp çocuğu olmazsa erkek kardeş de ona vâris olur. Kızkardeşler iki tane olursa (erkek kardeşlerinin) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer erkekli kadınlı daha fazla kardeş mevcut ise erkeğin hakkı, iki kadın payı kadardır. Şaşırmamanız için Allah size açıklama yapıyor. Allah her şeyi bilmektedir.
en-NİSA, Ayet 176
18. 2:229. Boşama iki defadır. Bundan sonrası ya iyilikle tutmak ya da güzellikle salıvermektir. Kadınlara verdiklerinizden (boşanma esnasında) bir şey almanız size helâl olmaz. Ancak erkek ve kadın Allah'ın sınırlarında kalıp evlilik haklarını tam tatbik edememekten korkarlarsa bu durum müstesna. (Ey müminler!) Siz de karı ile kocanın, Allah'ın sınırlarını, hakkıyla muhafaza etmelerinden kuşkuya düşerseniz, kadının (erkeğe) fidye vermesinde her iki taraf için de sakınca yoktur. Bu söylenenler Allah'ın koyduğu sınırlardır. Sakın onları aşmayın. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa işte onlar zalimlerdir.
el-BAKARA, Ayet 229
19. 2:237. Kendilerine mehir tayin ederek evlendiğiniz kadınları, temas etmeden boşarsanız, tayin ettiğiniz mehrin yarısı onların hakkıdır. Ancak kadınların vazgeçmesi veya nikâh bağı elinde bulunanın (velinin) vazgeçmesi hali müstesna, affetmeniz (mehirden vazgeçmeniz), takvâya daha uygundur. Aranızda iyilik ve ihsanı unutmayın. Şüphesiz Allah yapmakta olduklarınızı hakkıyla görür.
el-BAKARA, Ayet 237
20. 4:4. Kadınlara mehirlerini gönül rızası ile (cömertçe) verin; eğer gönül hoşluğu ile o mehrin bir kısmını size bağışlarlarsa onu da afiyetle yeyin.
en-NİSA, Ayet 4
21. 4:20. Eğer bir eşi bırakıp da yerine başka bir eş almak isterseniz, onlardan birine yüklerle mehir vermiş olsanız dahi ondan hiçbir şeyi geri almayın. Siz iftira ederek ve apaçık günah işleyerek onu geri alır mısınız?
en-NİSA, Ayet 20
22. 4:21. Vaktiyle siz birbirinizle haşir-neşir olduğunuz ve onlar sizden sağlam bir teminat almış olduğu halde onu nasıl geri alırsınız!
en-NİSA, Ayet 21
23. 4:24. (Harp esiri olarak) sahip olduğunuz cariyeler müstesna, evli kadınlar da size haram kılındı. Allah'ın size emri budur. Bunlardan başkasını, namuslu olmak ve zina etmemek üzere mallarınızla (mehirlerini vererek) istemeniz size helâl kılındı. Onlardan faydalanmanıza karşılık kararlaştırılmış olan mehirlerini verin. Mehir kesiminden sonra (bir miktar indirim için) karşılıklı anlaşmanızda size günah yoktur. Şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir.
en-NİSA, Ayet 24
24. 4:25. İçinizden, imanlı hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse, ellerinizin altında bulunan imanlı genç kızlarınız (sayılan) cariyelerinizden alsın. Allah sizin imanınızı daha iyi bilmektedir. Hep aynı köktensiniz (insanlık bakımından aranızda fark yoktur). Öyle ise iffetli yaşamaları, zina etmemeleri ve gizli dost da tutmamaları şartı ve sahiplerinin izni ile onları (cariyeleri) nikâhlayıp alın, mehirlerini de normal miktarda verin. Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınların cezasının yarısı (uygulanır). Bu (cariye ile evlenme izni), içinizden günaha düşmekten korkanlar içindir. Sabretmeniz ise sizin için daha hayırlıdır. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.
en-NİSA, Ayet 25
25. 4:34. Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır. Allah'ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar. Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.
en-NİSA, Ayet 34
26. 7:85. Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, sizin ondan başka tanrınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil gelmiştir; artık ölçüyü, tartıyı tam yapın, insanların eşyalarını eksik vermeyin. Düzeltilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Eğer inananlar iseniz bunlar sizin için daha hayırlıdır.
el-A’RÂF, Ayet 85
27. 11:85. Ve ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle yapın; insanlara eşyalarını eksik vermeyin; yeryüzünde bozguncular olarak dolaşmayın.
HÛD, Ayet 85
28. 26:183. İnsanların hakkı olan şeyleri kısmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.
eş-ŞUARÂ, Ayet 183
29. 6:152. Rüşd çağına erişinceye kadar, yetimin malına, sadece en iyi tutumla yaklaşın; ölçü ve tartıyı adaletle yapın. Biz herkese ancak gücünün yettiği kadarını yükleriz. Söz söylediğiniz zaman, yakınlarınız dahi olsa adaletli olun, Allah'a verdiğiniz sözü tutun. İşte Allah size, iyice düşünesiniz diye bunları emretti.
el-EN’**, Ayet 152
30. 7:85. Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, sizin ondan başka tanrınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil gelmiştir; artık ölçüyü, tartıyı tam yapın, insanların eşyalarını eksik vermeyin. Düzeltilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Eğer inananlar iseniz bunlar sizin için daha hayırlıdır.
el-A’RÂF, Ayet 85
31. 11:84. Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin! Sizin için ondan başka tanrı yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın. Zira ben sizi hayır (ve bolluk) içinde görüyorum. Ve ben, gerçekten sizin için kuşatıcı bir günün azabından korkuyorum.
HÛD, Ayet 84
32. 11:85. Ve ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle yapın; insanlara eşyalarını eksik vermeyin; yeryüzünde bozguncular olarak dolaşmayın.
HÛD, Ayet 85
33. 17:30. Rabbin rızkı dilediğine bol verir, dilediğine daraltır. Şüphesiz ki O, kullarından haberdardır, (onları) çok iyi görür.
el-İSRA, Ayet 30
34. 17:35. Ölçtüğünüz zaman tastamam ölçün ve doğru terazi ile tartın. Bu, hem daha iyidir hem de neticesi bakımından daha güzeldir.
el-İSRA, Ayet 35
35. 26:181. Ölçüyü tastamam yapın, (insanların hakkını) eksik verenlerden olmayın.
eş-ŞUARÂ, Ayet 181
36. 26:182. Doğru terazi ile tartın.
eş-ŞUARÂ, Ayet 182
37. 55:8. Sakın dengeyi bozmayın.
er-RAHMÂN, Ayet 8
38. 55:9. Ölçüyü adaletle tutun ve eksik tartmayın.
er-RAHMÂN, Ayet 9
39. 83:1. Eksik ölçüp noksan yapan hilekârlara yazıklar olsun!
el-MÜTAFFİFÎN, Ayet 1
40. 83:2. Onlar insanlardan alırken ölçüp tarttıklarında tam,
el-MÜTAFFİFÎN, Ayet 2
41. 83:3. Onlara vermek için ölçüp tarttıklarında ise eksik ölçer ve tartarlar.
el-MÜTAFFİFÎN, Ayet 3
42. 83:4. Onlar düşünmezler mi ki, tekrar diriltilecekler!
el-MÜTAFFİFÎN, Ayet 4
43. 83:5.Büyük bir günde
el-MÜTAFFİFÎN, Ayet 5
44. 83:6.Öyle bir gün ki, insanlar o günde âlemlerin Rabbinin huzurunda divan duracaklardır.
el-MÜTAFFİFÎN, Ayet 6

Üç Aylar (Şühûr-ü Selâse) ve Faziletleri

Üç aylar, islam dininde kutsal olan üç aya halk arasında verilen isimdir.
Gece ile gündüzün nimetlerinden faydalanmanın zirve imkânlarının sunulduğu bazı mevsimler vardır. Bunların başında üç aylar gelmektedir.
Üç aylar, İslâm’ın mübarek saydığı hicrî kamerî aylardan recep, şaban ve ramazan aylarıdır. Recep ayında, regaip ve mi’râç, şaban ayında berat; ramazan ayında ise kadir gibi dört ayrı mübarek gece bulunmaktadır.

RECEB ayı
Dört kıymetli aydan biridir. Bir âyet-i kerime meali:
(ALLAH’ın, gökleri ve yeri yarattığı günden beri, ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü, haram [hürmetli] olan aylardır) [Tevbe 36]

Resulullah efendimiz, Receb ayına çok değer verir ve "Ya Rabbi, Receb ve Şabanı bizler için mübarek kıl ve bizi Ramazana eriştir" diye dua ederdi.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Haram aylar, Receb, Zilkade, Zilhicce ve Muharremdir.) [İbni Cerir]

(Haram aylarda Perşembe, Cuma ve Cumartesi günleri oruç tutana iki yıllık ibadet sevabı yazılır.) [Taberani]

(Haram aylarda bir gün oruç tutup bir gün yemek çok faziletlidir.) [Ebu Davud]

(Receb ayında ALLAHü teâlâya çok istiğfar edin; çünkü ALLAHü teâlânın, Receb ayının her vaktinde Cehennemden azat ettiği kulları vardır. Ayrıca Cennette öyle köşkler vardır ki, ancak Receb ayında oruç tutanlar girer.) [Deylemi]

(Cennette öyle köşkler vardır ki, ancak Receb ayında oruç tutanlar girer.) [Deylemi]

(ALLAHü teâlâ, Receb ayında oruç tutanları mağfiret eder.) [Gunye]

(Receb-i şerifin bir gün başında, bir gün ortasında ve bir gün de sonunda oruç tutana, Receb’in hepsini tutmuş gibi sevab verilir.) [Miftah-ül-cenne]

(Ramazan ayı dışında ALLAH rızası için bir gün oruç tutan, iyi bir yarış atının bir asırda alacağı mesafe kadar Cehennemden uzaklaşır.) [Ebu Ya’la]

(Şu beş gecede yapılan dua geri çevrilmez: Regaib gecesi, Şabanın 15. gecesi, Cuma gecesi, Ramazan bayramı ve Kurban bayramı gecesi.) [İ. Asakir]

(ALLAHü teâlâ Receb ayında hasenatı kat kat eder. Bu ayda bir gün oruç tutan, bir yıl oruç tutmuş gibi sevaba kavuşur. 7 gün oruç tutana, Cehennem kapıları kapanır. 8 gün tutana Cennetin 8 kapısı açılır. 10 gün tutana, ALLAHü teâlâ istediğini verir. 15 gün oruç tutana, bir münadi, “Geçmiş günahların af oldu” der. Receb’de ALLAHü teâlâ Nuh aleyhisselamı gemiye bindirdi. O da, Receb ayını oruçlu geçirip oradakilere oruç tutmalarını emretti.) [Taberani]

(Receb’de, takva üzere oruç tutana, oruç tutulan günler dile gelip, “Ya Rabbi onu mağfiret et” derler.) [Ebu Muhammed]

Recebin ilk Cuma gecesine Regaib gecesi denir. Her Cuma gecesi kıymetlidir. Bu iki kıymetli gece bir araya gelince, daha kıymetli oluyor. ALLAHü teâlâ, bu gecede, müminlere, ragibetler [ihsanlar, ikramlar] yapar. Regaib, ihsanlar, ikramlar demektir. Bu geceye hürmet edenleri affeder. Regaib gecesi yapılan dua kabul olur, namaz, oruç, sadaka gibi ibadetlere, sayısız sevaplar verilir.

ŞABAN Ayı

Resulullah efendimiz, Şaban ayına da çok değer verir ve "Ya Rabbi, Receb ve Şabanı bizler için mübarek kıl ve bizi Ramazana eriştir" diye dua ederdi.

Âişe validemiz buyuruyor ki:
(Resulullahın, hiçbir ayda, Şaban ayından daha çok oruç tuttuğunu görmedim. Bazen Şabanın tamamını oruçla geçirirdi.) [Buhari]

Şaban ayında niçin çok oruç tuttuğu sorulduğu zaman Resulullah efendimiz buyurdu ki:
(Şaban, öyle faziletli bir aydır ki, insanlar bundan gafildir. Bu ayda ameller, âlemlerin Rabbine arz edilir. Ben de amelimin, oruçluyken arz edilmesini isterim.) [Nesai]

Bu konudaki hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir:
(Ramazandan sonra en faziletli oruç, Şaban ayında tutulan oruçtur.) [Tirmizi]

(Şaban’da üç gün oruç tutana, Hak teâlâ, Cennette bir yer hazırlar.) [Ey oğul ilmihali]

Bünyesi zayıf olanın, Şabanın 15 inden sonra oruç tutmayıp, farz olan Ramazan-ı şerif orucuna hazırlanması iyi olur. Sağlığı yerinde olan ise, Şaban ayının çoğunu, hatta tamamını oruçlu geçirebilir.
Berat gecesi, Şaban ayının on beşinci gecesidir. Yani 14 Şabanın bittiği günün gecesidir.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Şabanın 15. gecesini ibadetle, gündüzünü de oruçla geçirin! O gece ALLAHü teâlâ buyurur ki: “Af isteyen yok mu, affedeyim. Rızk isteyen yok mu, rızk vereyim. Dertli yok mu, sıhhat, afiyet vereyim. Ne isteyen varsa, istesin vereyim” Bu hâl, sabaha kadar devam eder.)

(Şu beş gecede yapılan dua geri çevrilmez. Regaib gecesi, Berat gecesi, Cuma gecesi, Ramazan ve Kurban bayramı gecesi.) [İ. Asakir]
Bu geceyi ganimet bilmeli, tevbe istiğfar etmeli, kaza namazı kılmalı, Kur'an-ı kerim okumalı, Bilhassa ilim öğrenmelidir. En kıymetli ilim, doğru yazılan ilmihal bilgileridir.

RAMAZAN Ayı

Peygamber efendimiz, Ramazan-ı şerifin fazileti hakkında buyuruyor ki:
(Ramazan ayı mübarek bir aydır. ALLAHü teâlâ, size Ramazan orucunu farz kıldı. O ayda rahmet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır, şeytanlar bağlanır. O ayda bir gece vardır ki, bin aydan daha kıymetlidir. O gecenin [Kadir gecesinin] hayrından mahrum kalan, her hayırdan mahrum kalmış sayılır.) [Nesai]

(Ramazan ayı gelince, “Hayır ehli, hayra koş, şer ehli, kötülüklerden el çek” denir.) [Nesai]

(Ramazan gelince, ALLAHü teâlâ meleklere, müminlere istiğfar etmelerini emreder.) [Deylemi]

(Farz namaz, sonraki namaza kadar; Cuma, sonraki Cumaya kadar; Ramazan ayı, sonraki Ramazana kadar olan günahlara kefaret olur.) [Taberani]

(Peş peşe üç gün oruç tutabilenin, Ramazan orucunu tutması gerekir.) [Ebu Nuaym]

(Bu aya Ramazan denmesinin sebebi, günahları yakıp erittiği içindir.) [İ.Mansur]

(Ramazanın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise, Cehennemden kurtuluştur.) [İ.Ebiddünya]

(İslam, kelime-i şahadet getirmek, namaz kılmak, zekat vermek, Ramazan orucunu tutmak ve haccetmektir.) [Müslim]

(ALLAHü teâlânın, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç kimsenin hayaline bile gelmeyen nimet dolu sofrası, ancak oruçlular içindir.) [Taberani]

İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
Mübarek Ramazan ayı, çok şereflidir. Bu ayda yapılan, nafile namaz, zikir, sadaka ve bütün nafile ibadetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu ayda bir oruçluya iftar verenin günahları affolur. Cehennemden azat olur. O oruçlunun sevabı kadar, ayrıca buna da sevap verilir. O oruçlunun sevabı hiç azalmaz.

Bu ayda, emri altında bulunanların, işlerini hafifleten, onların ibadet etmelerine kolaylık gösteren âmirler de affolur, Cehennemden azat olur. Ramazan-ı şerif ayında, Resulullah, esirleri azat eder, her istenilen şeyi verirdi. Bu ayda ibadet ve iyi iş yapabilenlere, bütün sene bu işleri yapmak nasip olur. Bu aya saygısızlık edenin, günah işleyenin bütün senesi, günah işlemekle geçer.

Bu ayı fırsat bilmeli, elden geldiği kadar ibadet etmelidir. ALLAHü teâlânın razı olduğu işleri yapmalıdır. Bu ayı, ahireti kazanmak için fırsat bilmelidir.

Kur’an-ı kerim Ramazanda indi. Kadir gecesi bu aydadır. Ramazan-ı şerifte iftarı erken yapmak, sahuru geç yapmak sünnettir. Resulullah bu iki sünneti yapmaya çok önem verirdi.

İftarda acele etmek ve sahuru geciktirmek, belki insanın aczini, yiyip içmeye ve dolayısıyla her şeye muhtaç olduğunu göstermektedir. İbadet etmek de zaten bu demektir.

Hurma ile iftar etmek sünnettir. İftar edince, (Zehebez-zama’ vebtellet-il uruk ve sebet-el-ecr inşaallahü teâlâ) duasını okumak, teravih kılmak ve hatim okumak önemli sünnettir.

Bu ayda, her gece, Cehenneme girmesi gereken, binlerce Müslüman affolur, azat olur. Bu ayda, Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapanır. Şeytanlar, zincirlere bağlanır. Rahmet kapıları açılır. ALLAHü teâlâ, bu mübarek ayda Onun şanına yakışacak, kulluk yapmayı ve Rabbimizin razı olduğu, beğendiği yolda bulunmayı, hepimize nasip eylesin!

Açıktan oruç yiyen, bu aya hürmet etmemiş olur. Namaz kılmayanın da, oruç tutması ve haramlardan kaçınması gerekir. Bunların orucu kabul olur ve imanları olduğu anlaşılır.

Ramazanda oruç tutmak hakkındaki hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Ramazan orucu farz, teravih namazı ise sünnettir. Bu ayda oruç tutup, gecelerini de ibadetle geçirenin günahları affolur.) [Nesai]

(Ramazan orucunu farz bilip, sevap bekleyerek oruç tutanın günahları affolur.) [Buhari]

(Ramazan orucunu tutup ölen mümin, Cennete girer.) [Deylemi]

(Ramazan bereket ayıdır. ALLAH bu ayda, günahları bağışlar, duaları kabul eder. Bu ayın hakkını gözetin! Ancak Cehenneme gidecek olan, bu ayda rahmetten mahrum kalır.) [Taberani]

(Ramazan ayında ailenizin nafakasını geniş tutun! Bu ayda yapılan harcama, ALLAH yolunda yapılan harcama gibi sevaptır.) [İbni Ebiddünya]

(Oruçlunun susması tesbih, uykusu ibadet, duası makbul, ameli de çok sevaptır.) [Deylemi]

(Oruçlu iken çirkin konuşmayın! Birisi size sataşırsa, “Ben oruçluyum” deyin!) [Buhari]
Ramazan-ı şerifte, oruç tutmak çok sevaptır. Özürsüz oruç tutmamak büyük günahtır. Hadis-i şerifte, (Özürsüz, Ramazanda bir gün oruç tutmayan, bunun yerine bütün yıl boyu oruç tutsa, Ramazandaki o bir günkü sevaba kavuşamaz) buyuruldu. (Tirmizi) [İbni Mace]

Üç Aylar (Şühûr-ü Selâse) ve Faziletleri

Üç aylar, islam dininde kutsal olan üç aya halk arasında verilen isimdir.
Gece ile gündüzün nimetlerinden faydalanmanın zirve imkânlarının sunulduğu bazı mevsimler vardır. Bunların başında üç aylar gelmektedir.
Üç aylar, İslâm’ın mübarek saydığı hicrî kamerî aylardan recep, şaban ve ramazan aylarıdır. Recep ayında, regaip ve mi’râç, şaban ayında berat; ramazan ayında ise kadir gibi dört ayrı mübarek gece bulunmaktadır.

RECEB ayı
Dört kıymetli aydan biridir. Bir âyet-i kerime meali:
(ALLAH’ın, gökleri ve yeri yarattığı günden beri, ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü, haram [hürmetli] olan aylardır) [Tevbe 36]

Resulullah efendimiz, Receb ayına çok değer verir ve "Ya Rabbi, Receb ve Şabanı bizler için mübarek kıl ve bizi Ramazana eriştir" diye dua ederdi.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Haram aylar, Receb, Zilkade, Zilhicce ve Muharremdir.) [İbni Cerir]

(Haram aylarda Perşembe, Cuma ve Cumartesi günleri oruç tutana iki yıllık ibadet sevabı yazılır.) [Taberani]

(Haram aylarda bir gün oruç tutup bir gün yemek çok faziletlidir.) [Ebu Davud]

(Receb ayında ALLAHü teâlâya çok istiğfar edin; çünkü ALLAHü teâlânın, Receb ayının her vaktinde Cehennemden azat ettiği kulları vardır. Ayrıca Cennette öyle köşkler vardır ki, ancak Receb ayında oruç tutanlar girer.) [Deylemi]

(Cennette öyle köşkler vardır ki, ancak Receb ayında oruç tutanlar girer.) [Deylemi]

(ALLAHü teâlâ, Receb ayında oruç tutanları mağfiret eder.) [Gunye]

(Receb-i şerifin bir gün başında, bir gün ortasında ve bir gün de sonunda oruç tutana, Receb’in hepsini tutmuş gibi sevab verilir.) [Miftah-ül-cenne]

(Ramazan ayı dışında ALLAH rızası için bir gün oruç tutan, iyi bir yarış atının bir asırda alacağı mesafe kadar Cehennemden uzaklaşır.) [Ebu Ya’la]

(Şu beş gecede yapılan dua geri çevrilmez: Regaib gecesi, Şabanın 15. gecesi, Cuma gecesi, Ramazan bayramı ve Kurban bayramı gecesi.) [İ. Asakir]

(ALLAHü teâlâ Receb ayında hasenatı kat kat eder. Bu ayda bir gün oruç tutan, bir yıl oruç tutmuş gibi sevaba kavuşur. 7 gün oruç tutana, Cehennem kapıları kapanır. 8 gün tutana Cennetin 8 kapısı açılır. 10 gün tutana, ALLAHü teâlâ istediğini verir. 15 gün oruç tutana, bir münadi, “Geçmiş günahların af oldu” der. Receb’de ALLAHü teâlâ Nuh aleyhisselamı gemiye bindirdi. O da, Receb ayını oruçlu geçirip oradakilere oruç tutmalarını emretti.) [Taberani]

(Receb’de, takva üzere oruç tutana, oruç tutulan günler dile gelip, “Ya Rabbi onu mağfiret et” derler.) [Ebu Muhammed]

Recebin ilk Cuma gecesine Regaib gecesi denir. Her Cuma gecesi kıymetlidir. Bu iki kıymetli gece bir araya gelince, daha kıymetli oluyor. ALLAHü teâlâ, bu gecede, müminlere, ragibetler [ihsanlar, ikramlar] yapar. Regaib, ihsanlar, ikramlar demektir. Bu geceye hürmet edenleri affeder. Regaib gecesi yapılan dua kabul olur, namaz, oruç, sadaka gibi ibadetlere, sayısız sevaplar verilir.

ŞABAN Ayı

Resulullah efendimiz, Şaban ayına da çok değer verir ve "Ya Rabbi, Receb ve Şabanı bizler için mübarek kıl ve bizi Ramazana eriştir" diye dua ederdi.

Âişe validemiz buyuruyor ki:
(Resulullahın, hiçbir ayda, Şaban ayından daha çok oruç tuttuğunu görmedim. Bazen Şabanın tamamını oruçla geçirirdi.) [Buhari]

Şaban ayında niçin çok oruç tuttuğu sorulduğu zaman Resulullah efendimiz buyurdu ki:
(Şaban, öyle faziletli bir aydır ki, insanlar bundan gafildir. Bu ayda ameller, âlemlerin Rabbine arz edilir. Ben de amelimin, oruçluyken arz edilmesini isterim.) [Nesai]

Bu konudaki hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir:
(Ramazandan sonra en faziletli oruç, Şaban ayında tutulan oruçtur.) [Tirmizi]

(Şaban’da üç gün oruç tutana, Hak teâlâ, Cennette bir yer hazırlar.) [Ey oğul ilmihali]

Bünyesi zayıf olanın, Şabanın 15 inden sonra oruç tutmayıp, farz olan Ramazan-ı şerif orucuna hazırlanması iyi olur. Sağlığı yerinde olan ise, Şaban ayının çoğunu, hatta tamamını oruçlu geçirebilir.
Berat gecesi, Şaban ayının on beşinci gecesidir. Yani 14 Şabanın bittiği günün gecesidir.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Şabanın 15. gecesini ibadetle, gündüzünü de oruçla geçirin! O gece ALLAHü teâlâ buyurur ki: “Af isteyen yok mu, affedeyim. Rızk isteyen yok mu, rızk vereyim. Dertli yok mu, sıhhat, afiyet vereyim. Ne isteyen varsa, istesin vereyim” Bu hâl, sabaha kadar devam eder.)

(Şu beş gecede yapılan dua geri çevrilmez. Regaib gecesi, Berat gecesi, Cuma gecesi, Ramazan ve Kurban bayramı gecesi.) [İ. Asakir]
Bu geceyi ganimet bilmeli, tevbe istiğfar etmeli, kaza namazı kılmalı, Kur'an-ı kerim okumalı, Bilhassa ilim öğrenmelidir. En kıymetli ilim, doğru yazılan ilmihal bilgileridir.

RAMAZAN Ayı

Peygamber efendimiz, Ramazan-ı şerifin fazileti hakkında buyuruyor ki:
(Ramazan ayı mübarek bir aydır. ALLAHü teâlâ, size Ramazan orucunu farz kıldı. O ayda rahmet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır, şeytanlar bağlanır. O ayda bir gece vardır ki, bin aydan daha kıymetlidir. O gecenin [Kadir gecesinin] hayrından mahrum kalan, her hayırdan mahrum kalmış sayılır.) [Nesai]

(Ramazan ayı gelince, “Hayır ehli, hayra koş, şer ehli, kötülüklerden el çek” denir.) [Nesai]

(Ramazan gelince, ALLAHü teâlâ meleklere, müminlere istiğfar etmelerini emreder.) [Deylemi]

(Farz namaz, sonraki namaza kadar; Cuma, sonraki Cumaya kadar; Ramazan ayı, sonraki Ramazana kadar olan günahlara kefaret olur.) [Taberani]

(Peş peşe üç gün oruç tutabilenin, Ramazan orucunu tutması gerekir.) [Ebu Nuaym]

(Bu aya Ramazan denmesinin sebebi, günahları yakıp erittiği içindir.) [İ.Mansur]

(Ramazanın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise, Cehennemden kurtuluştur.) [İ.Ebiddünya]

(İslam, kelime-i şahadet getirmek, namaz kılmak, zekat vermek, Ramazan orucunu tutmak ve haccetmektir.) [Müslim]

(ALLAHü teâlânın, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç kimsenin hayaline bile gelmeyen nimet dolu sofrası, ancak oruçlular içindir.) [Taberani]

İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
Mübarek Ramazan ayı, çok şereflidir. Bu ayda yapılan, nafile namaz, zikir, sadaka ve bütün nafile ibadetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu ayda bir oruçluya iftar verenin günahları affolur. Cehennemden azat olur. O oruçlunun sevabı kadar, ayrıca buna da sevap verilir. O oruçlunun sevabı hiç azalmaz.

Bu ayda, emri altında bulunanların, işlerini hafifleten, onların ibadet etmelerine kolaylık gösteren âmirler de affolur, Cehennemden azat olur. Ramazan-ı şerif ayında, Resulullah, esirleri azat eder, her istenilen şeyi verirdi. Bu ayda ibadet ve iyi iş yapabilenlere, bütün sene bu işleri yapmak nasip olur. Bu aya saygısızlık edenin, günah işleyenin bütün senesi, günah işlemekle geçer.

Bu ayı fırsat bilmeli, elden geldiği kadar ibadet etmelidir. ALLAHü teâlânın razı olduğu işleri yapmalıdır. Bu ayı, ahireti kazanmak için fırsat bilmelidir.

Kur’an-ı kerim Ramazanda indi. Kadir gecesi bu aydadır. Ramazan-ı şerifte iftarı erken yapmak, sahuru geç yapmak sünnettir. Resulullah bu iki sünneti yapmaya çok önem verirdi.

İftarda acele etmek ve sahuru geciktirmek, belki insanın aczini, yiyip içmeye ve dolayısıyla her şeye muhtaç olduğunu göstermektedir. İbadet etmek de zaten bu demektir.

Hurma ile iftar etmek sünnettir. İftar edince, (Zehebez-zama’ vebtellet-il uruk ve sebet-el-ecr inşaallahü teâlâ) duasını okumak, teravih kılmak ve hatim okumak önemli sünnettir.

Bu ayda, her gece, Cehenneme girmesi gereken, binlerce Müslüman affolur, azat olur. Bu ayda, Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapanır. Şeytanlar, zincirlere bağlanır. Rahmet kapıları açılır. ALLAHü teâlâ, bu mübarek ayda Onun şanına yakışacak, kulluk yapmayı ve Rabbimizin razı olduğu, beğendiği yolda bulunmayı, hepimize nasip eylesin!

Açıktan oruç yiyen, bu aya hürmet etmemiş olur. Namaz kılmayanın da, oruç tutması ve haramlardan kaçınması gerekir. Bunların orucu kabul olur ve imanları olduğu anlaşılır.

Ramazanda oruç tutmak hakkındaki hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Ramazan orucu farz, teravih namazı ise sünnettir. Bu ayda oruç tutup, gecelerini de ibadetle geçirenin günahları affolur.) [Nesai]

(Ramazan orucunu farz bilip, sevap bekleyerek oruç tutanın günahları affolur.) [Buhari]

(Ramazan orucunu tutup ölen mümin, Cennete girer.) [Deylemi]

(Ramazan bereket ayıdır. ALLAH bu ayda, günahları bağışlar, duaları kabul eder. Bu ayın hakkını gözetin! Ancak Cehenneme gidecek olan, bu ayda rahmetten mahrum kalır.) [Taberani]

(Ramazan ayında ailenizin nafakasını geniş tutun! Bu ayda yapılan harcama, ALLAH yolunda yapılan harcama gibi sevaptır.) [İbni Ebiddünya]

(Oruçlunun susması tesbih, uykusu ibadet, duası makbul, ameli de çok sevaptır.) [Deylemi]

(Oruçlu iken çirkin konuşmayın! Birisi size sataşırsa, “Ben oruçluyum” deyin!) [Buhari]
Ramazan-ı şerifte, oruç tutmak çok sevaptır. Özürsüz oruç tutmamak büyük günahtır. Hadis-i şerifte, (Özürsüz, Ramazanda bir gün oruç tutmayan, bunun yerine bütün yıl boyu oruç tutsa, Ramazandaki o bir günkü sevaba kavuşamaz) buyuruldu. (Tirmizi) [İbni Mace]

KAMERÎ AYLAR

Kur’ân-ı Kerîm, Allah katında ayların sayısının yer ve göğün yaratıldığı günden beri on iki olduğunu bildirmektedir (et-Tevbe 9/36). Bir başka âyette ise senelerin sayısının bilinmesi için aya birtakım menzillerin takdir edildiği ve bunların bir hikmete binaen yaratıldığı belirtilmektedir (Yunus 10/5). İnsanlık tarihinin en eski dönemlerinden beri ayın hareketlerine göre belirlenmiş olan ay takvimi kullanılagelmiştir. Bazı hikmetlere binaen İslâm dini de ibadet takvimini ay takvimine göre düzenlemiştir. Ay yılı, güneş yılından 11 gün daha kısa olduğu için kamerî aylar, güneş takvimi içinde yer değiştirerek bazan yaza bazan kışa gelirler. Normal bir insan ömründe (çocukluk dönemi dikkate alınmazsa) Ramazan, güneş takvimine göre her yıl on bir gün önce gelerek senenin tüm mevsimini iki kere dolaşmış olur. Bunun kuzey yarımküresi yaz yaşarken güney yarımküresi kış yaşayan dünyamız için büyük bir önemi vardır. Güneş takviminin esas alınması halinde, oruç gibi ibadetler devamlı yaza veya kışa gelir ve diğer yarım küre insanları açısından bir farklılık oluşturdu. Kamerî takvimin esas alınması bunu önlemiştir.

Kamerî aylar sırasıyla şunlardır:
1. Muharrem,
2. Safer,
3. er-Rabîu’l-evvel (Rebîulevvel),
4. er-Rabîu’s-sânî (Rebîussânî),
5. Cumâ-de’l-ûlâ (Cemâziyelevvel),
6. Cumâ-de’l-âhira (Cemâziyelâhir),
7. Recep,
8. Şaban,
9. Ramazan,
10. Şevvâl,
11. Zü’l-kâ’de (Zilkade),
12. Zü’l-hicce (Zilhicce).

Bunlardan dördü, (Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep) “haram aylar” olarak kabul edilmiştir ki cahiliye döneminde Araplar bu aylarda savaşmazlardı; panayırlar bu aylara getirilir, ticarî hayat canlanırdı.

Öte yandan, bu aylardan Zilhicce hac ayıdır. Muharrem ayı senenin ilk ayıdır. Muharrem Müslümanlar tarafından yılbaşı olarak kabul edilir. Hatta İbn Abbas’dan Kur’ân-ı Kerîm’in 89/1 âyetinde kendisine yemin edilen “fecir”den maksadın “Muharrem” ayı olduğu, onun senenin fecri olduğu şeklinde bir yorum yaptığı rivâyet edilir (Fedailü’l-Evkat, 426).

Ramazan, Kur’ân-ı Kerîm’in kendisinde indirilmeye başlamasından ve Allah Teâlâ tarafından oruç ayı olarak seçilmesinden dolayı kamerî ayların en faziletlisidir. Fazileti âyetle sabittir. Bin aydan daha hayırlı görülen Kadir gecesi de Ramazan ayı içerisindedir.

Recep ve Şaban aylarının faziletine dair muhtelif hadisler vardır. Bu aylarda bulunan mübarek geceler Müslümanları Ramazan ayına hazırlar.

Ramazandan sonra gelen Şevvâl ayı ise bayram yani sevinç günleriyle başlar. Şevvâl ayında altı gün oruç tutmanın faziletine dair hadisler sahih hadis kitaplarında yer almaktadır (Müslim, Sıyam, 39).

Orucun Sünnetleri ve Âdabı

Oruçlu için sünnet veya âdaptan olan başlıca hususlar şunlardır:

1- Sahur yapmak. Sahur, orucun başlan­gıç vaktine yakın bir zamanda bir miktar yeyip içmeyi ifade eder. Sahur imkân ölçü­sünde geciktirilir. Bunun en son sınırı ikinci fecre (fecr-i sâdıka) kadardır. Hz. Peygam­ber şöyle buyurmuşlardır: "Sahura kalkınız. Çünkü sahurda bereket vardır" "Ehl-i kitap­la bizim orucumuzun farkı sahur yemeği­dir" (Müslim, Sıyâm, 9).

2- Güneş batınca gecikmeden iftar et­mek.

3- İftar duasını okumak (bazı rivayet farklılıkları ile ve kısa şekliyle) iftar duası şöyledir:

"Allâhümme leke sumtü ve bike âmentü ve aleyke tevekkeltü ve alâ rızkıke eftartü". Anlamı şudur: "Allahım! Senin (hoşnutlu­ğun) için oruç tuttum. Sana inandım. Sana güvendim. Senin rızkınla orucumu açtım". Kişi, duaların makbul olduğu bu anda baş­ka dualar da yapabilir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuşlardır: "Oruç tutanın iftar esnasında yapacağı dua geri çevrilmez" (ayrıca bk. İFTAR).

iy- Orucu hurma veya benzeri tatlı bir şeyle veya su ile açmak.

5- Yakınlara ve muhtaçlara çokça yar­dımda ve ikramda bulunmak. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Kim bir oruçluya iftar yemeği verirse, oruçlunun ecri gibi sevap kazanır. Bununla beraber oruç tuta­nın sevabından da hiçbir şey eksilmez".

6- Yıkanmak gerekiyorsa bunu tan yeri­nin ağarmasından önce yapmak.

7- Oruçlu için mekruh olan davranışlar­dan uzak durmak.

8-Mümkün olduğu kadar Kur'ân-ı Kerîm okumak; namaz, dua, salavat ve diğer ibadetlerle meşgul olmak.

K-Oruçlu İçin Mekruh Olan Fiiller:

Hanefî fıkhında oruçlu için mekruh olarak nitelendirilen başlıca fiiller şunlardır:

1- Özürsüz olarak bir şeyin tadına bak­mak. Gerekli hallerde (yutmadan) bir şeyin tadına bakılması, meselâ annenin çocuğu­na vereceği ilacı kontrol amacıyla tatması veya yemek pişirenin -sonuçtan zarar doğması muhtemelse- yemeğin tuzuna bakması mekruh sayılmamıştır.

2- Şekersiz, boyasız daha önce çiğnen­miş (parçalanmış) sakızı çiğnemek. Oruçlu iken yeni sakızı çiğnemek ise caiz değildir.

3- Abdest alırken ağıza ve buruna su al­makta mübalağa göstermek.

4- Zayıf ve halsiz düşürmesinden endişe edildiği halde kan aldırmak. Böyle bir endi­şe yoksa mekruh değildir.

5- Harareti azaltmak için ağza-buruna su almak veya banyo yapmak. Bu, imâm Ebû Hanîfe'ye göredir. İmâm Ebû Yusuf'a göre mekruh değildir; fetva da bu yönde veril­miştir.

6- Cinsî temasa hazırlayıcı hareketlerde bulunmak. Bu sonuca yöneltici olmaksızın, eşini öpmek vb. fiiller mekruh değildir.

Güzel koku sürünmek veya koklamak,
göze sürme çekmek, misvak veya fırça ile dişleri temizlemek oruçlu için mekruh de­ğildir.

Orucu Ertelemeyi Veya Başlanmış Orucu Bozmayı Mubah Kılan Özürler

a) Genel olarak:

Kendisine Ramazan orucu farz olan kişi, aşağıda belirtilecek özürlerden biri sözkonusu olmadığı halde orucunu eda etmezse (zamanında tutmazsa) günahkar olur ve o günün orucu zimmetinde borç olarak kalır; bunu ilk fırsatta kaza etmesi gerekir. Hatta Mâliki mezhebine göre, özrü olmadığı halde Ramazan günü oruç tutma­yan kişiye hem kaza hem keffâret gerekir. Hanbelîler'e göre -aşağıda görüleceği üzere- sadece cinsî temas keffâret sebebi sayıldığından, özrü olmadığı halde Rama­zan gününde oruca niyet etmeyen kişi imsak halini bu yolla (cinsî temas ile) ihlâl ederse, bu mezhebe göre de hem kaza hem keffâret gerekir.

Öte yandan, başlanmış bir farz veya va­cip orucu, aşağıda sayılacak özürlerden biri bulunmadığı halde bozmak günahtır. Kur'ân-ı Kerîm'de mealen "Amellerinizi

boşa çıkarmayın" (Muhammed 47/33) buyurulmuştur. Bozmanın dünyevî hükmü ise duruma göre kaza yahut hem kaza hem keffârettir.

Başlanmış nafile orucu özürsüz bozmak Hanefîler'e ve Mâlikîler'e göre günahtır ve kazası gerekir; kaza etmenin hükmü Hane­fîler'e göre vacip, Mâlikîler'e göre farzdır; İmâm Mâlik'ten kaza etmek gerekmediği de rivayet olunmuştur. (Şu kadar var ki, misafirlik ve ziyafete davet edilme durum­ları da nafile orucu bozma hususunda özür sayılmıştır). Şafiîler'e ve Hanbelîler'e göre ise, nafile orucu tamamlamak müstehap olmakla beraber, bozulması günah değildir ve kazası gerekmez; bununla birlikte, Han-belî mezhebinde kaza edilmesi de | müstehap sayılmıştır.

b) Geçerli özürler:

Aşağıda muayyen vakitli bir farz veya vâ- I cip orucu (özellikle Ramazan orucunu) ertelemeyi yahut başlanmış olan böyle bir | orucu bozmayı mubah kılan özürler sayıla­caktır. Bu durumlarda oruç tutmayan veya orucunu bozan kişinin, (6. maddede belirti­lecek olan fidye verme durumu hariç) oruç- I larını bir güne karşılık bir gün şeklinde kaza | etmesi gerekir.

1-Yolculuk:

Kur'ân-ı Kerîm'de mealen "Sizden her I kim hasta olur yahut yolculuk halinde bu- I lunursa (tutamadığı günler kadar) başka günlerde kaza eder" (el-Bakara 2/184, 185) ] buyurulmuştur. Bu sebeple bütün bilginler | dinen yolcu hükmünde olan kişinin, Rama- I zan orucunu kazaya bırakabileceği husu­sunda fikirbirliği etmişlerdir (Yolcu hük­münde sayılma hakkında bk. SEFERİLİK).

Yolcu (seferî) olan bir kimse geceden



oruca niyet edip oruca başladıktan sonra, Şafiî ve Hanbelî mezheplerine göre isterse orucunu bozabilir ve onu kaza eder; Hane-fîler'e ve Mâlikîlere göre orucunu tamam­laması gerekir, bozarsa Hanefîler'e göre yalnız kaza, Mâİİkîler'e göre hem kaza hem keffâret gerekir. Oruca güç yetiremeyecek duruma gelmesi ise başkadır; bu durumda -aşağıda görüleceği üzere- yolcu olmasa da kişi orucunu bozabilir.

Yolculuğa çıkacak ve bu sebeple orucunu erteleyecek kişi, geceden oruca niyet et­mez. Oruca başladıktan sonra yolculuğa çıkan kişinin -Hanbelîler dışındaki üç mez­hebe göre- orucunu tamamlaması gerekir. Bununla birlikte, yola çıktıktan sonra oru­cunu bozan kişiye Hanefîler'e ve Mâİİkîler'e göre keffâret gerekmez, sadece o günün kazası gerekir. Şâfiîler'e göre keffâreti gerektirici fiil ile (cinsi temas ile) bozmuşsa keffâret, bunun dışında bir fiil ile bozmuş ise yalnız kaza gerekir. Hanbelîler'e göre ise böyle bir durumda, zorunlu olmamakla beraber orucu tamamlamak efdaldir, bo­zarsa yalnız kaza eder.

Bu hükümlerden anlaşılacağı üzere, Hanbelîler'e göre yolculuk hali hem oruç tutmamayı hem başlanmış orucu açmayı, diğer üç mezhebe göre sadece oruç tut­mamayı mubah kılan bir özürdür. Bununla birlikte başlanmış oruç yolculuk dolayısıyla bozulursa Şâfiîler'de ve Mâlikîler'de keffâret hükmü bakımından şu ayırım önem taşır: a) Eğer yolcu (seferî) hükümle­rine tabi olduğu halde geceden oruca niyet edip oruca başlamış ve sonra bozmuşsa Mâİİkîler'e göre kaza ile birlikte keffâret gerekir; Şâfiîler'e göre keffâret gerekmez, b) eğer oruca başladıktan sonra yolculuğa çıkmış ve orucunu bozmuşsa Şâfiîler'e göre

(keffâreti gerektiren fiil yani cinsî temas söz konusu ise) kaza ile birlikte keffâret gerekir, Mâİİkîler'e göre keffâret gerek­mez. Hanefîler'e gelince, her iki durumda orucunu bozmaması gerekirse de, bozması halinde keffâret gerekmez, sadece kaza eder.

Oruç süresi içinde yolculuk durumu sona eren (mukim haline gelen) kişi iftar vaktine kadar oruç yasaklarına riâyet etmelidir. (Mezheplerin görüşleri aşağıda "özürlü Kişilerle İlgili Bazı Hükümler" başlığı altın­da belirtilecektir).

Yolcunun, şayet sıkıntı vermeyecekse oruç tutması, sıkıntı verecekse orucunu ertelemesi Hanefî, Şafiî ve Mâlikî mezhep­lerine göre daha faziletlidir. Hanbelî mez­hebine göre yolcunun oruç tutmaması daha üstündür. Herhalukârda yolcu oruç tutarsa üzerinden borç düşer.

Şafiî mezhebinde sürekli seyahat eden kişiler için yolculuk hali orucu erteleme sebebi sayılmamıştır. Böyle kimseler, canı­na bir zarar gelmesi yahut ağır bir hastalığa tutulma tehlikesi olmadıkça sefer sebebiy­le oruçlarını erteleyemezler.

Yolcunun, ramazanda nafile oruca niyet etmesi halinde, bu oruç dört mezhebe göre geçersizdir. Başka bir vacip oruca niyet ederse, Hanefîler'e göre geçerli, diğer üç mezhebe göre yine geçersizdir.

2- Hastalık:

Yukarıda meali verilen âyetlerde (el-Bakara 2/184, 185) hastalık da orucu kazaya bırak­mayı mubah kılan bir özür olarak anılmış­tır. Buradaki "hasta" kelimesini geniş bir yoruma tabi tutan bazı selef bilginleri par­mağı yahut dişi ağrıyanın dahi bu kapsam­da düşünülebileceğine dair fetva vermişlerse de, bilginlerin çoğunluğuna göre, burada oruca engel olacak nitelikteki has­talık kasdedilmiştir.

Buna göre, oruç tutulması veya oruca devam edilmesi halinde hastalığın kişiye çok eziyet vereceği, ağırlaşacağı veya iyi­leşmesinin gecikeceği anlaşılıyorsa böyle bir hastalık orucun ertelenmesini ve baş­lanmış orucun bozulmasını mubah kılar. (Hanbelîler'e göre böyle kimsenin oruç tutmaması mesnun, oruç tutması mekruh­tur). Can veya organ kaybına yol açacağı kuvvetle muhtemelse -canın korunması ilkesinin gereği olarak- oruç tutmaması veya başlamışsa bozması gerekir, devam etmesi haramdır.

Mesleğinde ehil müslüman bir doktorun teşhisine, tecrübeye veya bir belirtiye göre, hasta olmayan bir kişinin oruç tutarsa has­talanacağı yahut zaafiyete uğrayacağı kuvvetle muhtemel ise, bu kişi de Hanefî-ler'e göre hasta hükmünde sayılır ve oru­cunu erteleyebilir. Mâlikîler'e göre hasta olmamakla beraber oruç tutmasının can kaybına yahut çok şiddetli eziyete yol aça­cağı kuvvetle muhtemel olan kişi hasta hükmündedir; Hanbelîler'e göre böyle kimsenin -hastalar hakkında olduğu gibi— oruç tutmaması mesnun, oruç tutması mekruhtur. Şafiî mezhebinde ise sağlıklı kişinin hasta hükmünde kabul edilmesi düşüncesi benimsenmemiştir.

Oruç tutmayacak hastanın kendisine ta­nınan ruhsat (kolaylık) hükmünden yarar­lanmaya niyet etmesi Şâfiîler'e göre gerek­lidir (niyet etmezse günahkâr olur), diğer üç mezhebe göre gerekli değildir.

3- Gebelik ve süt analık:

Şayet oruç tutmasının kendisine yahut

çocuğuna zarar vereceğinden endişe eder­se gebe veya emzikli kadın orucunu ertele­yebilir, başladığı orucu bozabilir. Bazı bil­ginler bu iki durumun yorum veya kıyas yoluyla Bakara 2/185 hükmü kapsamında düşünülebileceği kanaatindedir; ayrıca gebe ve emzikli kadınlara bu müsaadenin verildiğine dair hadis de vardır (Nesaî, Sıyâm,

50, 51, 62; Ibn Mâce, Sıyâm, 3, 50; et-Tirmizî, Edâhi, 10; Müsned, II, 183).

Hanefiler'e göre orucunu erteleyen gebe veya emzikli kadın sadece o günü kaza eder, fidye vermez. Şâfiîler'e ve Hanbelî­ler'e göre gerek gebe gerekse emzikli ka­dın, yalnız kendisi için yahut hem kendisi hem çocuğu için endişe duymuşsa sadece kaza eder; fakat yalnız çocuk için endişe duymuşsa hem kaza eder hem fidye verir. Mâlikîler gebe ile emzikli kadının hükmünü ayırdetmişlerdir: Her üç durumda gebe sadece kaza eder, emzikli kadın ise hem kaza eder, hem fidye verir

4- Şiddetli açlık ve susuzluk:

Özellikle uzun günlerde ve sıcak yerlerde oruç tutan kişilerin açlık ve susuzluk his­setmeleri tabii bir durumdur. Ancak açlık ve susuzluk sebebiyle hayati tehlikenin belirmesi durumunda, -canın korunması ilkesinin gereği olarak- orucun açılmasına müsaade edilmiştir; hatta orucun açılma­ması can veya organ kaybına sebebiyet verecekse bu durumda oruca devam et­mek haramdır.

5-Âdet görme ve lohusalık:

Hayız ve nifas hali orucun ertelenmesi için bir mazeret olduğu gibi aynı zamanda orucun geçerliliğine de engeldir. Buna göre bir hanım, Ramazan gününde âdet görme­ye başlarsa veya doğum yaparsa orucu bozulmuş olur. Âdeti veya lohusalık hali devam ettiği sürece orucun edası (vaktinde yerine getirilmesi) ile yükümlü sayılmaz ve bu durumda oruç tutması caiz de değildir

6-Yaş büyüklüğü:

Kur'ân-ı Kerîm'de mealen "(Oruç tutma­ya) gücü yetmeyenlerin bir yoksulu doyu­racak kadar fidye vermeleri gerekir." (el-Bakara 2/184) buyurulmuştur. Bu sebeple bilginler, oruç tutmaya gücü yetmeyen çok ileri yaştaki (pîr-i fânî) kişilerin senenin hangi mevsiminde olursa olsun oruç tut­mayabilecekleri hususunda görüş birliği içindedirler. Gerek böyle kimselerin gerek­se iyileşme umudu olmayan hastaların -Mâlikîler dışındaki üç mezhebe göre- her gün için bir fidye vermeleri gerekir; Mâlikî-ler'e göre böyle kimselerin fidye vermeleri müstehaptır.

Ramazanda oruç tutmaya gücü yetme­yip sonra gücü yeten kişi geçen günleri kaza eder, fidye vermez.

Bilginler oruç tutacak güce sahip olma­yan kişi henüz hayatta iken başkasının onun yerine oruç tutmasına gerek olmadığı hususunda fikirbirliği içindedir. Ölmeden önce oruç tutabilecek olduğu halde oruç borcu ile vefat eden kişinin yerine yakınları tarafından oruç tutulup tutulmayacağı hususunda ise farklı iki görüş vardır: İmâm Ebû Hanîfe'ye, İmâm Mâlik'e ve İmâm Şafiî'den nakledilen meşhur görüşe göre onun yerine oruç tutulmaz, her gün için fidye verilir. Hz. Peygamberin konuya ilişkin bir hadisine dayandırılan ve Şafiî mezhebinde tercih edilen görüşe göre ise, yakınlarının onun yerine oruç tutması müstehaptır; böylece ölünün zimmetinden



borç düşer ve fidye vermeye gerek olmaz (ayrıca bk. İSKAT). 7-İkrah:

öldürülme veya bir organının telef edil­mesi tehdidi altında bulunan kişinin orucu­nu açması bilginlerin çoğunluğuna göre caizdir. Esasen normal durumlarda böyle hayati bir tehlike kuvvetle muhtemel oldu­ğu halde kişinin orucuna devam etmesi haram ise de, ikrah halinde konuya daha çok şu açıdan bakılmıştır: Kişi dinindeki metanetini göstermek ve dini tüm değerle­rin üstünde tutmak için direnmiş ve bu uğurda canını kaybetmiş olursa, günah işlemiş sayılmaz, aksine sevap kazanır; çünkü "dinin korunması" ilkesi "canın ko­runması" ilkesinden önce gelir. Cebir kulla­nılması halinde zaten kişinin seçim imkânı bulunmadığından, orucunun bozulmasın­dan ötürü kendisi günahkâr olmaz, ancak, kaza etmesi gerekir. Şâfiîler'de cebir du­rumunda kaza gerekmez; böyle kimsenin orucu bozulmamış sayılır.

8- Savaş:

Hanefî fıkhına ait eserlerde, oruç tut­mamayı mubah kılan özürler sayılırken yolcu hükümlerine tabi olmasa da savaşta düşman karşısında zayıf düşmekten endişe eden müslümanın orucunu erteleyebilece­ği hususu da kaydedilir.

Ağır işlerde çalışma, oruç tutmamanın mubahlığı hususunda başlıbaşına bir özür sayılmamıştır. Bazı bilginler bu durumdaki kişinin büyük bir zarara uğramayacaksa işini oruç süresince bırakması gerektiği, fakat zarara uğrayacaksa orucunu ertele­yebileceği kanaatindedir. Bazı bilginler de Bakara 2/184 âyetinden yola çıkarak böyle kimselerin çok ileri yaştaki kimseler gibi likle kaçınması gerektiği tüm İslâm bilgin­lerince kabul edilmekle beraber, orucu bozan durumlar, fakihlerin büyük çoğunlu-ğunca oruç yasakları {yeme, içme, cinsi temas) ile sınırlı sayılmıştır. Bununla birlik­te Evzaî ve Sevrî gibi bazı müçtehitler, gıybet etme ve yalan söyleme ile de orucun bozulacağına ve bu durumda orucun kaza edilmesi gerektiğine hükmetmişlerdir.

Bilginlerin büyük çoğunluğuna göre, keffâreti gerektiren durumlarda ayrıca bozulan orucun kaza edilmesi de gerekir. Evzâî gibi bazı fakihlere göre, keffaretin yerine getirilmesi ile kaza vecibesi de ifa edilmiş olur, ayrıca kaza gerekmez; Şa­fiî'den nakledilen iki görüşten biri de bu yöndedir.

"Orucun Şartları" başlığında belirtildiği üzere hayız (âdet görme) ve nifas (lohusa olma) hallerinde orucun edası (vaktinde yerine getirilmesi) vacip olmadığı gibi bu durumdaki hanımların oruç tutmaları ge­çerli de değildir. Buna göre oruç tutmakta olan bir hanım âdet görmeye başlarsa veya doğum yaparsa orucu bozulmuş olur; şayet bu oruç farz veya vacip türünden ise o günün orucunu daha sonra kaza eder. Yine aynı başlık altında işaret edildiği üzere, "akıl" Hanefiler dışındaki üç mezhebe göre sıhhat (geçerlilik) şartıdır; dolayısıyla, oruç tutmakta olan kişinin şuurunu kaybetmesi (akıl hastalığına duçar olması) yahut gün boyunca baygın kalması ile orucu bozulur (kaza yükümlülüğü ile ilgili görüşler belirti­len başlıkta açıklanmıştır). Hanefîler'e göre ise gece niyet eden kişinin cinnet getirmesi ve baygınlık geçirmesi ile orucu bozulmuş olmaz.

Bu itibarla, aşağıda orucu bozan durum­lar sayılırken âdet görme, doğum yapma,



cinnet getirme ve baygınlık geçirme du­rumlarına tekrar temas edilmeyecektir. Öte yandan, mezheplerin yaklaşım farklı­lıkları sebebiyle, konu dört mezhebe göre ayrı ayrı ele alınacaktır. I. Hanefî Mezhebi:

A) Hem kaza hem keffâret gerektiren du­rumlar:

Ramazan orucunu eda ederken, hem şe­kil hem öz (amaç) itibariyle ("sûreten" ve "ma'nen") orucu bozan bir fiili bilerek, isteyerek ve dinen geçerli bir özrü olmaksı­zın işleyen kimseye kaza ile birlikte keffâret gerekir. "el-İftâr'ul-kâmil" diye anılan "oruç yasağının tam ihlâli" şu du­rumlarda gerçekleşmiş sayılır:

a)Yenilip içilmesi mutad bir nesnenin ağız yoluyla alınıp vücuda gıda veya deva (ilaç) sağlama amacı ile yutulması (yeme-içme),

b)Boşalma olmasa da cinsi temas.

Buna göre, başlanmış bir oruç bozuldu­ğunda keffaretin gerekli olması için aranan şartlar şöyle açıklanabilir:

ı- Ramazan orucunun edasına geceden niyet edilmiş olması. Ramazan orucu dışın­daki bir orucu (meselâ adak orucunu) yahut kaza edilmekte olan Ramazan orucunu bozma halinde keffâret gerekmez. Yine Ramazan orucunun edası da olsa, keffâret gerektirmesi, geceden niyet edilmiş olma­sına bağlıdır. Diğer üç mezhebe göre -geceden niyet edilmemesi sebebiyle-böyle bir oruç geçersiz sayıldığı, dolayısıyla oruçsuzluk şüphesi bulunduğu için bu du­rumda Hanefî mezhebinde keffârete hük-medilmemiştir. Binaenaleyh kişi bu hususu dikkate alarak, niyetin geciktirilmesinin keffâret ihtimalini ortadan kaldıracağı düşüncesine meyletmemeli ve olabildiğin­ce niyeti imsak vaktinden sonraya bırak­mamalıdır. Diğer taraftan belirtilmelidir ki, Ebû Yusuf'tan (bazı kaynaklarda Ebû Yusuf ve Muhammed'den) niyet etmeden sabah­layan kişinin oruç yasaklarını zevalden önce veya sonra ihlâl etmesi arasında fark gözettiği rivayet edilmiştir. Şöyle ki: Ze­valden önce niyet edilebileceği için, bu süre içinde başlanmış bir orucun bozulma­sını düşünmek mümkündür ve zevalden önce yasağın ihlalinden dolayı keffâret gerekir; zevalden sonra yeme, içme veya cinsi temas halinde ise keffâret gerekmez. Züfer'e göre ise, niyet etmeden fiilen oruca başlayan kişinin orucu geçerli olduğundan, orucu bozan davranış hem kaza hem keffâret gerektirir.

2- Oruç yasağının bilerek ve isteyerek ihlal edilmesi. Hata ile veya uykuda iken, sözgelimi boğazına su kaçan kimseye keffâret gerekmez. Fakat ağzına yağmur, kar, dolu suyu kaçan kimse bunu bilerek ve isteyerek yutarsa keffâret gerekir. (Daha sonra açıklanacağı üzere, unutma halinde oruç bozulmaz).

3- Orucu bozmak için dinen geçerli bir özrün bulunmaması. Dinen geçerli bir ma­zerete binaen orucunu bozan kişiye keffâret gerekmez. Buna göre, şu durum­larda orucu açmaktan dolayı keffâret ge­rekmez, sadece kaza gerekir:

a) "Orucu Ertelemeyi ve Başlanmış Oru­cu Bozmayı Mubah Kılan Özürler" başlığı altında sayılan özürlerden biri sebebiyle.

Bu özürlerden biri orucu bozduktan son­ra meydana gelirse bakılır: Eğer bu, semavi (insanların iradesi dışında oluşan) bir özür ise, meselâ orucunu bozduktan sonra ba-yılsa veya âdet görmeye başlasa keffâret gerekmez; böyle bir özür değilse meseB yolculuğa çıkmış olsa keffâret gerekir. ("Yolculuk" başlığı altında belirtildiği üzere, oruca başladıktan sonra yolculuğa çıkar ve bundan sonra orucunu bozarsa keffâret gerekmez.)

b) imsak vaktinin henüz başlamadığır veya iftar vaktinin girmiş olduğunu zanne­derek.

c) Orucu bozmayan fakat bozulduğunu düşündürebilecek bir fiilden sonra orucu­nun bozulduğunu zannederek.

Şöyle ki: Unutarak yeyip içen kişinin oru­cunun bozulduğunu zannederek orucunu açması halinde keffâret gerekmez. Çünkü yeme içme esasen oruç vakıasını fiilen ortadan kaldıran bir durumdur. Fakat Hz. Peygamber'in hadisi ile genel kuraldan istisna yapılarak orucun dinen varlığını koruduğu bildirilmiştir. Bu meselede oru­cun bozulduğunu zannetmek geçerli bir mazeret sayıldığından orucunu açan kişiye keffâret gerekmez. Buna karşılık kan al­dırma, misvak kullanma, gıybet etme, bıyığına yağ sürme gibi durumların oruç yasakları ile ilgisi olmadığından bunların orucu bozduğunu zannederek orucunu açan kişiye keffâret gerekir. (Ebû Hanîfe, kustuktan sonra orucunun bozulduğunu zannetme ve kan aldırdıktan sonra müftinin -yanlış olarak- orucunun bozul­duğu fetvası vermiş olması durumlarını da keffâreti düşüren sebeplerden saymıştır).

4- Sureten ve manen (şekil ve öz olarak) orucu bozan davranışta bulunulmuş olma­sı. Şu durumlarda bu şart gerçekleşmf sayılmıştır-.

a) Yenilip içilmesi mutad bir nesnenin ağız yoluyla alınıp vücuda gıda veya deva (ilaç) sağlama amacıyla yutulması (yeme-içme).

Bu madde çerçevesinde anılan ayrıntıla­rın ortak kesitlerine ışık tutmak üzere ör­nekleme yoluyla birkaç hususa işaretle yetinilecektir:

aa) Ağızdan başka tabiî veya tabiî olma­yan bir menfezden giren gıda veya deva keffâret gerektirmez. Mesela burundan su çekilmesi veya enjektörle vücuda vitamin zerkedilmesi halinde keffâret gerekmez. Boğaza huni ile su akıtılması halinde de bu şart gerçekleşmemiş sayılmıştır (Ebû Yu­suf'a göre bu durumda keffâret gerekir).

bb) Tütün (sigara) ve diğer keyif veren maddelerin dumanını genize çekme duru­munda bu şart gerçekleşmiş sayılır, keffâret gerekir.

cc) Yenmesi mutad olmayan nesnelerin, mesela ilaç özelliği olmayan çamurun yenmesi keffâret gerektirmez, fakat alış­kanlık haline getirilmişse keffâret gerekir. Yutulması keffâret sebebi sayılmayan nesnelere örnekler "Yalnız kaza gerektiren durumlar" başlığında görülecektir. Burada özellikle şunları hatırlatmak uygun olur: Çiğ et yemek, az miktarda tuz yemek keffareti gerektiren durumlardandır.

b) Cinsî temasta bulunma. Keffâretin ge­rekliliği için sünnet mahallinin girmiş olma­sı yeterlidir, boşalma olması şart değildir. Bu durumda hem erkeğe hem kadına keffâret gerekir.

B) Yalnız kaza gerektiren durumlar:

Hanefî mezhebine göre şu hallerde oru­cun sadece kaza edilmesi gerekir:

a) Oruç süresi içerisinde oruç yasakların-

dan biri gerek şekil gerekse öz olarak ihlal edildiği halde, "hem kaza hem keffareti gerektiren durumlar" başlığı altında açıkla­nan sebeplerden dolayı keffâret gerekme­yen durumlarda,

b) Oruç süresi içerisinde oruç yasakların­dan birini, ister bilerek ister hata ile, ister geçerli bir özür sebebiyle ister özürsüz olarak sırf şekil veya sırf öz itibariyle ihlal eden durumlarda.

Bir başka anlatımla, ister Ramazan oru­cunun edası, kazası veya keffareti isterse Ramazan orucu dışında bir oruç tutarken olsun, kişiyi oruçlu saymanın mümkün olmadığı (oruç vakıasını fiilen ortadan kaldıran) ve keffârete de hükmedilemeyen durumlarda orucun yalnız kaza edilmesi gerekir. (Sadece, unutarak orucu bozan bir fiilin işlenmesi bu kuralın istisnasıdır. Oruç­lu olduğunu unutarak yeyip-içen kişi bakı­mından oruç vakıası fiilen ortadan kalkmış olmakla beraber, Hz. Peygamber'in bu konudaki hadisi ile istisna yapılmış (Ibn Mâce, Sıyâm, 15) ve bu durumda orucun bo­zulmadığına hükmedilmiştir.) Nafile oru­cun bozulması halinde bunu kaza etmek vaciptir.

Aşağıda sırf şekil veya sırf öz itibariyle orucun bozulmuş sayıldığı belli başlı du­rumlar dört başlık altında açıklanacaktır:

1- Ağız yoluyla cevfe (vücudun içine) gi­den nesneler:

a) Gıda veya deva (ilâç) amacıyla yenilip içilmesi mutad olmayan bir nesneyi yut­mak. Bu madde çerçevesinde anılan başlı­ca örnekler şunlardır: Zeytin çekirdeği, çiğ pirinç, başka bir şeyle karıştırılmış un veya hamur (-İmâm Muhammed'e göre un ye­mek keffâret gerektir-), pişirilmemiş ve tuz gibi başka maddeyle karıştırılmamış ham meyve, kabuğu sertleşmiş fındık ve badem gibi kuru yemişlerin kabuklu şekli, bir de­fada yenmek kaydıyla çokça tuz, pamuk, kağıt, toprak, taş, demir vb. yenilmesi amaçlanmayan ve kaçınılması da mümkün olmayan bir şeyin ağız yoluyla içeriye git­mesi orucu bozmaz. Mesela havaya dağı­lan duman veya uçan tozun yutulması, dişe konulan ilaç ve karanfilin (içeri gitmesi değil) tadının boğazda hissedilmesi ile oruç bozulmaz.

b) Nohut tanesinden fazla olan dişler
arasında kalmış yiyeceği yutmak.

c) Birkaç damla gibi az miktarda olmayıp
ağızda tuzluluğu hissedilecek derecede çok
olan göz yaşı veya yüz terini yutmak.

d) Kendi isteği ile ağız dolusu kusmak. Kendiliğinden gelen kusuk ağız dolusu olmayıp kendiliğinden geri giderse oruç bozulmaz; ağız dolusu ise, kendiliğinden geri gitse bile Ebû Yusufa göre bozar, Muhammed b. Hasen'e göre bozmaz; ağız dolusu değilse bile, bilerek geri gönderildi­ğinde Muhammed'e göre bozar, Ebû Yu­sufa göre bozmaz. Çok bile olsa balgamın yutulması ile oruç bozulmaz.

e) Diş çektirme sebebiyle veya kendili­ğinden diş etlerinden çıkan, tadı hissedile­cek yahut tükürüğe galip gelecek ölçüde çok olan kanı yutmak.

f) Oruçlu olduğu hatırında iken fakat is­
temeksizin (hata ile) yenip içilmesi mutad
bir nesneyi yutmak (mesela abdest alırken
ağzına su kaçmak).

g) Uyurken yenilip içilmesi mutad bir
nesneyi yutmak.

i- Ağız dışındaki tabiî menfezlerden vü­cudun içine giren veya katılan nesneler:

a) Buruna çekilen su ve akıtılan yağ, ilaç
vb.'nin genize varması.

b) Kulağa yağ akıtılması. (Kulağa su
kaçması ve hatta -tercih edilen görüşe
göre- su akıtılması halinde oruç bozul­
maz.)

c) İhtikan (şırınga ile makatdan ilaç akı­
tılması) ve büyük abdestten sonra temiz­
lenme sırasında ihtikan hükmüne girecek
şekilde içeriye su kaçması veya ıslak mad­
de girmesi. Kadının tenasül organından
içine ilaç akıtılması veya kaybolacak şekil­
de ıslak cisim konmasında da hüküm aynı­
dır (oruç bozulur).

Gözeneklerden vücudun içine nüfuz eden (deriye sürülen ilaç gibi) nesneler sebebiyle oruç bozulmaz. Yine, göze ilaç damlatılması ve sürme sürülmesi ile -tadı boğazda hissedilse veya izi (renk, koku, ) tükürükte belirse bile-oruç bozulmaz.

3-Tabiî olmayan menfezlerden vücudun içine giren veya katılan nesneler:

a) Vücutta açılan menfezden ve tama­men içeriye girecek şekilde (demir veya odun parçası bile olsa) vücudun yararına olacak bir nesne katılması. Bu hüküm Ebû Hanîfe'ye göredir; imameyn'e göre tabiî olmayan menfezlerden giren nesneler sebebiyle oruç bozulmaz.

Osmanlı döneminde Fetvâhâne-i Âli ta­rafından, İmameyn'in bu içtihadı ışığında iğne yaptırmanın orucu bozmayacağı yö­nünde fetva verilmiştir. Bununla birlikte, iğnenin gündüz yapılması gerekmiyorsa bu, iftardan sonraya bırakılmalıdır. Gündüz iğne yapılması gerekiyorsa, bu takdirde iğne yapılır; çünkü Ebû Hanîfe'nin içtihadı esas alınsa da, kişiye hastalık sebebiyle orucunu bozma müsaadesi verilmiştir.

Buna göre, iyileştikten sonra orucunu kaza eder. Imameyne göre verilen fetvaya uyar­sa kaza etmesi gerekmez. (Hastalığı sebe­biyle orucunu erteleme yolunu değil de, oruca niyet edip iğne yaptırma yolunu seçen kimsenin -Ebû Hanîfe'nin içtihadına göre bu orucu kaza edecek bile olsa- has­talığı iğne dışında bir şey almayı gerektir-miyorsa iftar vaktine kadar oruç yasakları­na riâyet etmesi gerekir.)

b- Vücuttaki bir yaraya konan (sıvı veya kuru olmakla beraber yara ile ıslanmış) ilacın beyine veya hazım cihazına ulaşması. Beyine veya hazım cihazına ulaşmazsa oruç bozulmaz. Bu hüküm de Ebû Hanî-fe'ye göredir. Yukarıda belirtildiği üzere yara tabiî menfez olmadığı için Imameyne göre her iki durumda oruç bozulmaz.

4- Cinsi temas hükmünde sayılmayan cinsi tatmin:

a) Öpme, okşama vb. hareketler sonu­cunda boşalma olması. Bu durumlarda kadında yaşlık belirirse onun da orucu bozulur; yaşlık olmayıp sadece haz duyarsa Ebû Yusuf'a göre bozulur, İmâm Muham-med'e göre bozulmaz.

b) İstimna (el ile tatmin) yoluyla boşalma olması.

Sadece bakma, düşünme sonucunda bo­şalma olması, boşalma olmaksızın sırf öpme, okşama vb. hareketlerden ötürü ve ihtilam (uykuda boşalma) sebebiyle oruç bozulmaz.

II. Mâlikî Mezhebi:

A) Hem Kaza hem Keffâret Gerektiren Durumlar:

Mâlikî mezhebinde keffâreti gerektiren durumları önce iki guruba ayırmak gerekir:

a- Ramazanda "Orucu Ertelemeyi veya Başlanmış Orucu Bozmayı Mubah Kılan Özürler" başlığında belirtilen özürlerden biri fiilen bulunmadığı halde oruç tutmama niyeti ile sabahlamış olmak, b- Ramazan orucunu eda ederken hem şekil hem öz veya sadece şekil itibariyle orucu bozan bir fiili bilerek, isteyerek ve dinen geçerli bir özrü bulunmadan işlemek.

ikinci durumun meydana gelmiş sayıl­ması için aranan şartlar şöyle açıklanabilir:

1- Bozulan orucun Ramazan orucunun
edası olması.

Ramazan orucu dışındaki oruçların (me­selâ keffâret veya adak orucunun) bozul­masından ötürü keffâret gerekmediği gibi, kaza edilmekte olan Ramazan orucunun bozulması sebebiyle de keffâret gerekmez.

2- Oruç yasağının bilerek ve isteyerek
ihlal edilmesi.

Hata ile veya unutarak orucunu bozan kimseye keffâret gerekmez.

3- Orucu bozmak için dinen geçerli bir
özrün bulunmaması.

Şu durumlarda oruç yasaklarının ihlâlin­den ötürü keffâret gerekmez:

a) "Orucu Ertelemeyi veya Başlanmış
Orucu Bozmayı Mubah Kılan Özürler"
başlığı altında sayılan özürlerden biri sebe­
biyle.

Bu özürlerden biri orucu kasden bozduk­tan sonra meydana gelirse (mesela kişi orucu bozduktan sonra hastalansa veya yolculuğa çıksa yahut kadın orucu bozduk­tan sonra âdet görmeye başlasa) -mezhepte yaygın görüşe göre- artık keffâret hükmü düşmez.

b) Dinen mazeret olarak kabul edilen bilgisizlik sebebiyle.

Ramazan ayının girdiğini bilmeme veya yeni müslüman olduğu için oruç yasaklarını ihlâl etmenin haram olduğunu bilmeme örneklerinde olduğu gibi.

c) Orucu bozmayan fakat bozulduğunu
düşündürebilecek bir fiilden sonra orucu­
nun bozulduğunu zannetmesi sebebiyle.

Unutarak veya zor altında orucunu boz­duktan sonra artık oruca devam etmesi gerekmediğini zannetmesi örneklerinde olduğu gibi kabul edilebilir bir yanlış kana­at keffâreti düşürürse de, mesela gıybet etmekten dolayı orucunun bozulduğunu zannederek orucunu açan kimseye keffâret gerekir.

d) İmsak vaktinin henüz başlamadığını
veya iftar vaktinin girmiş olduğunu zan­
netmesi sebebiyle.

4- Hem şekil hem öz veya sadece şekil itibariyle orucu bozan bir fiilin işlenmiş olması. Şu iki şıktan birinin meydana gel­mesi ile bu şart gerçekleşmiş sayılır:

a) Ağız yoluyla mideye bir nesnenin ulaşmış olması.

Buna göre, ağız yoluyla alınan ve mideye ulaşan nesne vücuda gıda veya deva (ilaç) sağlama amacı taşımasa veya yenilip içil­mesi mutad şeylerden olmasa bile, mesela bir taş parçasının yutulması yahut -hastalık sebebiyle olmaksızın- kasden kusup bir miktarının yutulması durumlarında keffâret gerekir. Buna karşılık, ağız yoluyla alınmayıp mesela kulak, burun gibi tabiî menfezlerden içeriye giden bir şeyden ötürü keffâret gerekmez. Yine, boğaza gitmekle beraber mideye ulaşmadan geri getirilen nesneden dolayı keffâret gerek­mez.

b) Cinsi temasta bulunma veya cinsi te­mas hükmünde sayılan bir yolla boşalma.



Cinsî temasta keffâretin vücubu için sün­net mahallinin girmiş olması gereklidir ve boşalmanın meydana gelmiş olması şart değildir. Bu durumda hem erkeğe hem kadına keffâret gerekir.

Öpme, okşama vb. hareketler sırasında cinsel haz duyarak meni gelmesi duru­munda keffâret gerektiği gibi; eğer boşal­ma meydana gelinceye kadar devam eder­se ve bu yolla boşalma alışkanlığı varsa sırf bakma ve düşünme neticesinde meni gel­mesi halinde de keffâret gerekir.

B) Yalnız kaza gerektiren durumlar:

Mâlikî mezhebinde orucun dinen geçerli bir özür sebebiyle bozulması halinde bunu kaza etmek gerekip gerekmeyeceği açısın­dan oruçlar iki guruba ayrılır:

1- Nafile oruçlar ve muayyen nezir orucu (belirli bir zamanda tutulması adanmış oruç). Nafile oruç tutarken unutarak oru­cunu açan kişiye kaza yükümlülüğü yoktur. Yine hastalık, âdet görme gibi sebeplerle muayyen nezir orucunu açan kişiye kaza gerekmez.

2- Diğer (farz=vâcip) oruçlar. Bu guruba girenlerde orucu bozup yalnız kazayı ge­rektiren durumlar şöyle özetlenebilir:

a) Bilerek ve isteyerek olmayıp, hata ile, ikrah (zor) altında, unutarak veya başlan­mış orucu açmayı mubah kılan özürlerden biri sebebiyle oruç yasaklarını (yeme, içme, cinsi temas) ihlal etmek.

Diğer üç mezhepten farklı olarak, Mâlikî mezhebinde (nafile oruçlar dışındaki oruç­larda) unutarak oruç yasaklarından birini ihlal ile oruç bozulur ve kaza edilmesi gerekir.

b) İster bilerek ve isteyerek ister hata ile, ikrah (zor) altında, unutarak veya başlan­mış orucu açmayı mubah kılan özürlerden biri sebebiyle olsun, ağız dışındaki bir men­fezden (burun, kulak, göz yoluyla) mideyegıda veya deva (ilaç) özelliği olsun olma­sın ve yenip içilmesi mutad olsun olmasın bir nesnenin ulaşmış olması veya mideye varmaksızın sıvı bir maddenin boğaza ulaşmış olması.

Ihtikan (makattan şırınga ile ilaç akıtıl­ması) ile de oruç bozulur. Buna karşılık, derinin gözeneklerinden ve karındaki yara­dan vücudun içine bir maddenin nüfuz etmesi, aynı şekilde, koldan veya kabadan iğne yapılması ile oruç bozulmaz.

c) Kasden olmayıp kendiliğinden gelen kusuktan bir miktarının geri gitmesi.

d) Öpme, okşama vb. hareketler sırasın­da ya da bakma ve düşünme neticesinde cinsel haz duyarak mezi gelmesi; keffâret gerektirmeyecek tarzda bakma ve düşün­me neticesinde meni gelmesi, (ihtilam olmakla oruç bozulmaz.)

III. Şafii Mezhebi:

A) Hem kaza hem keffâret gerektiren du­rumlar:

Şafiî mezhebine göre oruç keffâreti sa­dece şu durumda gereklidir: Erkeğin, ge­ceden niyet etmiş olduğu Ramazan orucu­nun edası sırasında bilerek, isteyerek, yol­culuk veya hastalık gibi orucu bozmayı mubah kılan bir sebep de bulunmaksızın cinsi temasta bulunması (kadına keffâret gerekmez). Keffâretin gerekliliği için sün­net mahallinin girmiş olması yeterlidir, boşalma olması şart değildir. Sadece kaza gerektiren bir fiilden (mesela su içtikten) sonra veya unutarak bir şey yeyip artık orucunun bozulmuş olduğunu zannederek cinsi temasta bulunma halinde keffâret gerekmez. Yine, imsak vaktinin henüz başlamadığını veya iftar vaktinin girmiş olduğunu zannederek cima etme halinde keffâret hükmü düşer. Cinsi temastan sonra henüz iftar vakti girmeden akıl has­talığına duçar olmak keffâret hükmünü düşürür; fakat yolculuk, hastalık gibi du­rumların ortaya çıkmasından dolayı keffâret düşmez.

Hem kaza hem keffâret gerektirecek şe­kilde orucunu bozan kişinin, iftar vaktine kadar oruç yasaklarına uyması gerekir; bu durumdaki kişiye ayrıca ta'zir cezası da uyaulanır.

B) Yalnız kaza gerektiren durumlar:

Şafiî mezhebinde farz (=vâcip) gurubuna giren orucu bozup yalnız kazayı gerektiren durumlar üç ana maddede özetlenebilir:

ı- Kasden olması kaydıyla, oruçlunun cevfine (vücudunun içine) ister tabiî men­fezlerden isterse beyine veya hazım ciha­zına ulaşmasını sağlayıcı tabiî olmayan menfezlerden yenmesi mutad olsun veya olmasın bir nesnenin girmesi. Buna göre orucun bozulması için:

a) Vücuda giren nesnenin tabiî menfez­lerden (ağız, burun, kulak, ön veya arka­dan) yahut tabiî menfez olmamakla bera­ber beyine veya hazım cihazına ulaşmasını sağlayıcı bir yerden (mideye, beyine, boğa­za, mesaneye açılan yerlerden) katılmış olması gerekir.

Bu sebeple adaleden veya damardan ya­pılan iğne orucu bozmadığı gibi, deriye sürülen (ilaç gibi) bir nesnenin gözenekler­den vücudun içine nüfuz etmesi veya göze damlatılan ilaç yahut sürülen sürmenin boğazda tadının hissedilmesi ile de oruç bozulmaz (zira göz menfez olmayıp, boğa­za tadın ulaşması gözenekler yoluyladır).

b) Vücuda giren nesnenin gıda veya deva sağlama özelliği taşıması ve yenip içilmesi mutad şeylerden olması gerekmez; taş, toprak gibi nesnelerden dolayı da oruç bozulur. Bu arada belirtmek gerekir ki, tütün (sigara) ve diğer keyif veren madde­lerin dumanını içine çekmekle de oruç bozulur.

c) Vücuda giren nesnenin bilerek ve iste­yerek katılmış olması gerekir.

Unutarak veya ikrah (zorlama) altında yeme- içmeden, abdest alırken (ağıza-buruna su vermede aşırılık göstermediği halde) boğazına su kaçmaktan, cünüplük-ten temizlenmek için suya dalıp ağızına veya kulağına su kaçmaktan, kasden ol­maksızın balgamını veya dişlerinin arasın­da kalan yemek kalıntısını yutmaktan, yolun tozunu veya uçan sineği yutmuş olmaktan dolayı oruç bozulmaz.

Fakat ağzından çıkarıp atabileceği halde bunu yapmayıp balgamını veya dişler ara­sındaki kalıntıyı bilerek yutarsa, abdest alırken ağıza- buruna su vermede aşırılık gösterdiği için yahut dördünce kez su ver­diği için boğazına su kaçarsa, serinlemek için başını suya sokup boğazına su girerse mazur sayılmaz ve orucu bozulur.

İmsak vaktinin henüz başlamadığını zan­nederek yemeye devam etme veya iftar vaktinin girdiğini zannederek orucunu açma orucun bozulmasını engelleyen bir mazeret sayılmaz. Oruç süresi içinde yeyip içtiği anlaşılınca orucunu kaza etmesi ge­rekir.



2- Geri gitmediğinden emin olsa bile kasden kusmak. Şayet istemeden kusmuş-sa yahut oruçlu olduğunu unuttuğu esnada kusmaya çalışmışsa orucu bozulmaz.

3- Erkekten -cinsel haz duysun veya duymasın- isteyerek meni çıkması ve kadı­nın cinsi temasta bulunması.

Yukarıda belirtildiği üzere cinsi temasta bulunma halinde keffâret yalnız erkeğe gereklidir, kadına keffâret gerekmemekte­dir; işte bu durumda kadının orucu da bo­zulur ve kendisine yalnız kaza gerekir. Öte yandan, cinsel haz duysun veya duymasın erkeğin kendi isteği ile meni çıkarması ile orucu bozulur ve yalnız kaza etmesi gere­kir. İhtilam olmakla ise oruç bozulmaz.

Orucu bozup yalnız kazayı gerektiren du­rumlarda da kişinin -özrü yoksa- iftar vak­tine kadar oruç yasaklarına riâyet etmesi gerekir.

Şafiî mezhebine göre nafile orucun bo­zulması halinde, bunu kaza etmek gerek­mez.

IV-Hanbelî Mezhebi:

A) Hem kaza hem keffâret gerektiren du­rumlar.-

Hanbelî mezhebine göre oruç keffâreti sadece şu durumda gereklidir: ister gece­den niyet ederek Ramazan orucunu eda ederken isterse (Ramazan gününde) orucu ertelemeyi mubah kılan bir özrü olmadığı halde niyet etmemişken yolculuk veya hastalık gibi orucu bozmayı mubah kılacak bir sebep de meydana gelmeden, gerek bilerek ve isteyerek gerekse unutarak, hata ile yahut ikrah sebebiyle (zor altında) cinsî temasta bulunmak. Keffâretin gerekliliği için boşalma olması şart değildir. Cinsi temas sebebiyle -Şâfiîler'dekinden farklı

olarak- kadına da keffâret gerekir; ancak bilerek ve isteyerek olmamışsa (oruçlu olduğunu unutmuş veya zor kullanılmışsa) kadına keffâret gerekmez, yalnız kaza gerekir. Cinsî temastan sonra hastalanma, cinnet getirme, adet görme, doğum yap­ma gibi bir özürün meydana gelmesi keffâret hükmünü düşürmez.B) Yalnız kaza gerektiren durumlar-.

Hanbelî mezhebinde orucu bozup yalnız kazayı gerektiren durumlar şöyle özetle­nebilir:

ı- Bilerek ve isteyerek olmak kaydıyla, insanın cevfine (içine) veya dimağına ulaş­masını sağlayacak ağız vb. tabiî menfezden veya yara gibi tabii olmayan menfezden gıda özelliği olsun veya olmasın bir nesne­nin girmesi. Ihtikan (makattan şırınga ile ilaç akıtılması) ve (menfez kabul edildiği için) göze sürülen sürmenin tadının boğaz­da hissedilmesi ile de oruç bozulur. Kadı­nın, cinsel organına -yaş da olsa- bir nesne katması ile orucu bozulmaz.

imsak vaktinin henüz başlamadığını zan­nederek yemeye devam eden yahut iftar vaktinin girdiğini zannederek orucunu açan kişi, oruç süresi içinde yiyip içtiğini anlarsa orucunu kaza etmesi gerekir.

2- Az bile olsa isteyerek kusmak (çıkarı­lan şey balgam da olsa oruç bozulur).

3- Kan gelmesi şartıyla kan alma ve al­dırma (hacamat). Kan gelse bile çentik atma veya ustura ile yarma durumunda oruç bozulmaz.

4- öpme, okşama vb. hareketler yahut istimna (el ile tatmin) sırasında meni veya mezi gelmesi. Böyle bir hareket olmadan ısrarlı bakma ve düşünme ile meni gelirse oruç bozulur, sadece mezi gelirse bozulmaz.

Unutarak veya ikrah (zor) altında yeme-içme ile oruç bozulmaz ve kaza etmek gerekmez.

Hanbelî mezhebine göre nafile orucun bozulması halinde, bunu kaza etmek ge­rekmez; şu var ki kaza edilmesi tavsiye edilmiştir (müstehaptır).

Değerlendirme:

Fıkıh kitaplarında, oruç ibadetinin olabil­diğince en sağlam biçimde yerine getiril­mesi esas alınarak orucu bozan durumları belirlemede titiz bir yöntem izlendiği gibi, hayat olaylarının çokluğu karşısında zaman zaman fazla teorik ayrıntılar üzerinde de durulmuş, dolayısıyla bu tutum bazı eleşti­rilere yol açmıştır. Önceki dönemlerin bazı bilginlerinin yanısıra günümüz İslâm bilgin­leri ve fetva kurulları genellikle, orucu bo­zan durumların "yeme-içme, cinsi temas ve bu kapsamda düşünülebilecek fiiller" şek­linde sınırlandırılması eğilimindedir. Bu yaklaşıma göre de, yeme, içme olarak nitelendirilemese bile sigara ve nargile gibi keyif verici maddelerin içe çekilmesi, yine yeme-içme tad ve arzusu ile ilişkili olmasa da ağız yoluyla ilaç alınmasının orucu bo­zacağında tereddüt yoktur. Fakat Rasûlullah zamanında savaşlarda yarala­nan bir çok kişinin bulunmasına karşın yaradan vücuda giren nesnelerin orucu bozacağına dair hiçbir hadisin bulunmadı­ğı, yine fıkıh kitaplarında orucu bozanlar arasında anılan birçok durumun nasslarla değil (gerçekte illet birliği taşımayan) kı­yaslara dayandırıldığı dikkate alınarak, bu konunun oruç ibadetinin amacı dışına taşı-rılmasına yol açabilecek şekilde genişletil­mesinden kaçınılmalıdır. Dolayısıyla, bu

eğilime göre, orucun, vücudun belirli bir süre yeme ve içmeden mahrum bırakılması özelliğini ihlal etmeyecek tedavi yöntemle­rinin uygulanması ve özellikle gıda sağlayı­cı nitelikte olmayan iğnelerin yapılması sebebiyle oruç bozulmaz. Oruçla ilgili me­seleleri tıbbi tesbitler ışığında inceleyen günümüz araştırmacıları arasında, astım ve nefes darlığı sebebiyle ağıza sıkılan spreyin zerrecikler halinde içeriye gittiğini dikkate alarak bunun orucu bozacağı kanaatine ulaşanlar bulunduğu gibi, bunların akciğer­lerden öteye geçmediği ve mideye ulaş­madığı, gıda ve susuzluk giderme özelliğini de taşımadığından hareketle orucun bo­zulmayacağını savunanlar da vardır. Bu tedavi yönteminin mideye ulaştırılmak üzere ağız yoluyla alınan ilaçları yutmaya benzemediği, kaçınılması mümkün olma­yan durumlarda yeme-içme kasdı olmaksı­zın yolun tozu ve havaya yayılan duman gibi nesnelerin içeriye gitmesiyle orucun bozulmadığı ve özellikle belirli bir süre ile sınırlı olmayan bu tedavi sebebiyle oruç için başka engeli olmayan böyle kişilerin bu ibadetin manevi hazzından yoksun bıra­kılmaması gerektiği gerekçeleri ile ikinci görüş daha kuvvetli bulunmaktadır. (Orucu bozan durumları değerlendirirken dikkat­ten uzak tutulmaması gereken önemli bir husus, "Orucu Ertelemeyi veya Başlanmış Orucu Bozmayı Mubah Kılan Özürler" başlığında açıklandığı üzere hastalık halin­de orucun açılmasına müsaade edilmiş, hatta hayati tehlike bulunduğunda oruca devam edilmesinin yasaklanmış olduğu­dur.)

İ-Orucu Bozmayan Durumlar:

"Orucu Bozan Durumlar" başlığı altında açıklanan sebeplerden biri bulunmayınca oruç bozulmaz. Bununla birlikte, bu konu­da tereddüde yol açabilecek olan ve Hanefî mezhebine göre orucu bozmayan bellibaşlı durumlara aşağıda işaret edilecektir:

ı- Oruçlu olduğunu unutarak oruç yasak­larından birini ihlâl etmek (yemek, içmek, cinsi temasta bulunmak). Oruçlu olduğunu unutarak yeyip içen kişiye bunu hatırlat­mak gerekir; ancak, bu kişi bünyesi oruca dayanamayacak kadar zayıf ise o takdirde oruçlu olduğunu hatırlatmamak evlâ (daha iyi) görülmüştür.

2- Yeme-içme kasdı bulunmaksızın, ka­çınılması mümkün olmayan bazı nesnelerin içeriye gitmesi. Meselâ havaya dağılan dumanın, yolun tozunun, öğütülen şeyler­den kalkan tozun, uçan bir sineğin, ağrıyan dişe konulan karanfil veya ilâcın tadının tükürükle boğaza gitmesi böyledir (ilaç ve karanfilin kendisi içeriye giderse oruç bo­zulur)

3- Tad boğazda hissedilse veya izi (renk, koku) tükürükte belirse bile göze ilaç dam­latmak veya sürme çekmek.

4- Deriye sürülen ilaç veya başka nesne­nin gözeneklerden vücudun içine nüfuz etmesi.

5- Kulağa su kaçması, hatta -tercih edi­len görüşe göre-su akıtılması.

6- Kan veya ilaç yutmuş olmamak kay­dıyla diş çektirmek.

7~ Su ile ıslatılmış bile olsa misvak (diş fırçası) kullanmak.

8- Erkeğin idrar yoluna su veya ilaç dam­latılması.

9- Çok bile olsa balgamını veya baştan burun içerisine gelen akıntıyı yutmak, (An­cak, gerek pislikten kaçınmak bakımından

gerekse bazı mezheplerde bu fiilin oruç bozduğu dikkate alınarak balgamın yutul-mayıp çıkarılması tavsiye edilmiştir).

10- Kendi isteği ile olmaksızın -ağız do­lusu bile olsa- kusmak. Kendiliğinden ge­len ve ağız dolusu olmayan kusuğun kendi­liğinden gitmesi halinde de oruç bozulmaz; ağız dolusu ise kendiliğinden geri gitse bile Ebû Yusuf'a göre bozar, Muhammed b. Hasen'e göre bozmaz; ağız dolusu değilse bile bilerek geri gönderildiğinde Muham-med'e göre bozar, Ebû Yusuf'a göre boz­maz.

ıı-Kan aldırmak ve kan almak.

12-Abdest alırken ağızı çalkaladıktan sonra kalan yaşlığı tükürük ile yutmak: Yine, abdest için olmasa bile ağızı su ile çalkalamak ve buruna su vermek. Ancak, içeriye kaçma ihtimali olduğundan, suyu fazla tutmamalı, mübalağa göstermemeli­dir.

13-Serinlemek için banyo yapmak veya yüzmek.

14-Konuşma veya başka sebeple tükü­rük ile ıslanan dudağını emmek.

15-Nohut miktarından az olup dişlerin arasında kalan yemek kalıntısını yutmak veya dışarıdan alınan susam gibi küçük bir nesneyi ağızda dağılacak şekilde çiğne­mek.

16-Gül, esans vb. şeyleri koklamak.

17- Cünüp olarak sabahlamak. Bütün gün cünüp kalsa da oruç bozulmaz; fakat cünüp olarak sabahlayan kişi derhal boy abdesti almalıdır, zaten ibadetlerini yapa­bilmesi için de temizlenmesi şarttır.

18- İmameyne göre, vücuda gıda sağla­ma amacı ile olmaksızın iğne yaptırmak.

Ebû Hanîfe'ye göre iğne ile oruç bozulur.

19- Sırf bakma veya düşünme sonucun­da -cinsel haz duyarak bile olsa- boşalma olması; boşalma olmaksızın öpme, okşama vb. hareketlerde bulunma; ihtilam olma.