sevdam bir inci

Dolu dolu gözlerimde parladın inci tanem Sevdan bir kor yüreğimde hep yandı inci tanem
Şu yaralı gönlümün dermanıdır sözlerin Dermanısın vuslata hasret olan güllerin
Sevdasısın bugünlerin,yarınların,dünlerin İsmini bu deli gönlüm hep andı inci tanem Sevdanla bu yüreğim hep yandı inci tanem

Hicran ateşiyle hep yansam da için için Şikayetçi değilim çekerim senin için
Nedeni yok bu sevdanın sorulmaz ki ne için Ezelden yazıldı gönlümüze bu sevdan inci tanem

Dolu dolu gözlerimde parladın inci tanem Sevdan bir kor yüreğimde hep yandı inci tanem

27 Ekim 2009 Salı

MEHMED EMÎN TOKÂDÎ



İstanbul evliyâsının büyüklerinden. İsmi Mehmed Emin bin Hasan bin Ömer NakkâşTokâdî, lakabı Cemâleddîn, künyesi Ebü`l-Emâne ve Ebû Mansûr`dur. AzizMahmûd Ermevî dervişlerinden bir zâtın oğludur. 1664 (H.1075) târihindeTokat`ta doğdu. 1745 (H.1158) târihinde İstanbul`da vefât etti. Kabr-işerîfi, Unkapanı`na inen cadde ile Zeyrek Yokuşunun kesiştiği tepeüzerinde, Soğukkuyu Pîrî Paşa Medresesi kabristanındadır. Kendisinivesîle ederek, kabri başında yapılan duâ müstecâbdır, makbûldür.Tanıyıp sevenler kabrini ziyâret ederek feyz almakta, murâdlarınakavuşmaktadırlar.

Mehmed Emîn Efendi, ilim tahsîlinememleketinde başlayıp, bir müddet ilim öğrendikten sonra, 1698senesinde İstanbul`a geldi. Şeyhülislâm Mirzâzâde Muhammed Efendidenuzun müddet ders alıp, ilim öğrendi ve çok iyi yetişti. SonraMekke`deAhmed Yekdest Cüryânî hazretlerinden tasavvuf ilmini öğrenip,tasavvufda talebe yetiştirebilecek duruma geldi. İkinci Hicaz seferindehadîs âlimlerinden Ahmed Nahlî`den hadîs ilmini öğrenip icâzet aldı.Ayrıca İstanbul`a ilk geldiğinde, ilim tahsili sırasında, hat yâni yazısanatını Yedikuleli hattat Abdullah Efendiden öğrendi. Değişik hatçeşitlerinde mahâret sâhibiydi.

Mehmed Emîn Tokâdî hazretleri, İstanbul`ailk geldiğinde, birkaç ay Pîrî Paşa Medresesinde ikâmet etti. Bu sıradaBaşrûznâmeci (Günlük gelir ve masrafların defterini tutan, ayniyâtkaydı amiri) Ali Efendi adında bir zâtın oğluna ders vermeye başladı.Ayrıca kendisine Reîs-ül-Küttâb (Hâriciye vekili) makâmının yazıişlerinde kâtiplik vazifesi de verildi. Bu vazifede iken BaşrûznâmeciAli Efendi, kendi evinde bir yer ayırıp, kalması için dâvet etti. Bununüzerine Rûznâmeci Ali Efendinin evinde kalmaya başladı. Hem kaldığı buevde, hem de Şehzâde Câmiinde talebelere ders vermeğe başladı.İstanbul`da bulunan meşhûr âilelere mensûb kimseler de onun derslerinedevâm etti. Ali İzzet Paşa ve Yeğen Muhammed Paşa bunlardandır.Etrâfında çok talebe toplandı. Üstün ve olgun hâllerini görenler, ona;Ârif-i Muhlisi lakabını verdiler.

Kâtiplik vazifesine ve talebelere dersvermeye bir müddet devâm ettikten sonra, Başrûznâmeci Ali Efendinin,1702 senesinde vazifeli olarak Edirne`ye gönderilmesi üzerine, onunlabirlikte Edirne`ye gitti. Orada ileri gelen birçok kimseyle görüşüpsohbet etti. Edirne`de bulundukları sırada, ders vermekte olduğuBaşrûznâmeci Ali Efendinin oğlu vefât etti. Bunun üzerine dersvermekten vazgeçerek, bulunduğu vazifeden de ayrılıp, hacca gitmeğekarar verdi. Karar verdiği günün sabâhı, Edirne`deSaraçhâne yakınındakiçalıştığı dâiresine gitmek üzere evden çıkmıştı. Yolu meşhûr Kâdirîşeyhi ve büyük bir zât olanKasabzâde Muhammed Efendinin dergâhınauğradı. Oraya yaklaşınca, Muhammed Efendinin oğlu Abdülkâdir Efendinin,dergâhın önünde beklediğini gördü. Abdülkâdir Efendi, yanına yaklaşıp;Babam sizi dergâhta bekliyor, buyursun bir kahve içelim diyor. dedi.Bu dâvet üzerine Kasabzâde Muhammed Efendinin yanına gidip elini öptü.O da; Safâ geldiniz Hacı Emîn Efendi. dedi ve elinden tutup odasınagötürdü. Oturup sohbete başladıkları sırada, Mehmed Emîn Efendi;Elhamdülillah bizi hacc-ı şerîf ile müjdelediniz. deyince, MuhammedEfendi; Evet, siz bu gece hacca gitmeye niyet ettiniz biz de tebrikettik. deyip sohbete başladı. Sohbet sırasında Mehmed Emîn Efendiye,fıtraten yüksek bir kâbiliyete sâhib olduğunu ve çok büyük nîmetlerekavuşacağını müjdeledi. Mekke`ye varınca, evliyânın büyüklerindenİmâm-ı Rabbânî hazretlerinin üçüncü oğlu Muhammed Ma`sûm Fârûkîhazretlerinin yetiştirdiği yedi bin büyük evliyâdan biri olan AhmedYekdest Cüryânî`nin huzûruna gitmesini, kendisinin de selâmını vehürmetlerini arzederek, onun talebesi olmasını tavsiye etti.

Mehmed Emîn Efendi, bu zâtın yanındanayrıldıktan sonra,Başrûznâmeci Ali Efendiye de gidip hacca gideceğinisöyledi.Ali Efendi memnun olup, ona yolda harcaması için bir miktarpara verdi. Mehmed Emîn Efendi, bundan sonra birkaç gün içinde bütündostlarıyla vedâlaşıp, İstanbul`a gitmek üzere yola çıktı. İstanbul`aulaşınca, hacıları götürecek gemiye bindi. On günde Kâhire`ye vardı.Oradan da bir kâfile ile Mekke`ye hareket etti. Mehmed Emîn Efendinin,hayâtının önemli bir safhası, Mekke`ye bu ilk gidişi ile başladı.Çünkü, orada madde ve mânâ ilimlerinde yükselmiş, büyük rehber vezamânının en kıymetli âlimlerinden biri olan Ahmed Yekdest Cüryânî`yitanıyıp, ona talebe oldu.Derslerine ve sohbetine üç yıl devâm edip,kemâle ulaştı. Bu hususta o zâttan icâzet, diploma aldı.

Hayâtında önemli bir dönüm noktası olanbu hocasıyla tanışmasını bizzat kendisi şöyle anlatır: Mekke`yevarınca, ilk gün, Kâbe`yi tavâf ve ziyâretle geçti. Ertesi gün sabahnamazını Harem-i şerîfde (Kâbe`nin yanında) kıldıktan sonra dışarıçıkacağım sırada, Harem-i şerîfin bir köşesinde otuza yakın kimseninbir halka hâlinde oturduklarını gördüm. Niçin böyle halka olmuşlaracabâ, ders için hocalarını mı bekliyorlar diyerek yanlarına yaklaşıpoturdum. Hepsinin başlarını eğip edeble oturduklarını gördüm. Ben deoturup başımı eğerek bekledim. Bir ara başımı kaldırıp baktığımda,halkanın ortasında duran bir zâtı karşımda gördüm. Dikkatle banabakıyordu. Bakışlarından ve heybetinden ürperip başımı eğip gözlerimiyumdum. Bir müddet daha öyle durduktan sonra yine dikkatle banabaktığını gördüm. Sonra o zât ellerini kaldırıp duâ etti. Duâdan sonraFâtiha okundu ve herkes kalkıp dağılmağa başladı. Ben de kalkıpgiderken o mübârek zât bana yaklaştı, yanıma gelip selâm verdi ve; Hoşgeldin Emîn Efendi. dedi. Hâlimi hatırımı sordu. Sonra beni yanınaalıp, Harem-i şerîfin yakınında bulunan evine götürdü. İçeri giripoturduktan biraz sonra hizmetçisi sofrayı kurdu. Sofrada sıcak birekmek ve fincan içinde içecek bir şey vardı. O mübârek zât elleriniekmeğe uzatınca, bir elinin bileğinden kesik olduğunu gördüm. HemenEdirne`deki Şeyh Muhammed Efendinin tavsiyesi aklıma geldi vebahsettiğinin bu mübârek zât olduğunu anladım. Fakat o anda selâmınısöylemeyi unutmuşum. Yemekten sonra yolculuğumdan, geçip geldiğimyerlerden sorup cevap aldıktan sonra; Edirne`de size emânet edilenşeyi unuttunuz buyurdu. Hemen Edirne`deki Muhammed Efendinin selâmınıhatırladım ve söyledim. O da muhabbet ve sürûr içinde selâmı aldı.Artık beni talebeliğe kabûl edip, ders vermeye başladı ve Allahüteâlânın ismini zikretmemi söyledi. Sonra da şu beyti okudu:

Otuz kırk yıl geçince eylemiş tahkîkHâkânî
Ki bir dem Hakkı zikretmek değermülk-i Süleymânı.

Bundan sonra dille anlatılmaz hâllere venîmetlere kavuştum. Fârisî bildiğim için, ekseriyetle Fârisîkelimelerle konuşurdu. Benden iki sene önce huzûruna gelen Tatar AhmedEfendi adında bir zât ona hizmet etmekteydi. Ben huzûruna kavuşunca,Tatar Ahmed Efendiyi Medîne`de bulunan ve orada insanlara rehberlikyapan talebesi Abdürrahîm Buhârî`nin hizmetine gönderdi. Sonra benimİstanbul`a döneceğim sırada, Tatar Ahmed Efendiyi tekrar Mekke`yeçağırıp, icâzet verip, Anadolu`ya insanları irşâd için gönderdi.

1702 senesi hac mevsiminden, 1705 senesihac mevsimine kadar, üç sene, Ahmed Yekdest Cüryânî hazretlerininhizmetinde, derslerinde ve sohbetlerinde bulundum. Nihâyet 1705senesinde hacıların dönmesi sırasında, hocamın izni üzerine İstanbul`adöndüm. (Bkz. Ahmed Yekdest Cüryânî)

Mehmed Emîn Tokâdî hazretleri, hocasıAhmed Yekdest hazretlerinin sohbetlerinde yetişip, tasavvufda yüksekderecelere ulaştıktan sonra İstanbul`a dönünce, hocasınıntalebelerinden Muhammed Kumul Efendinin evine yerleşti ve İstanbul`dabeş sene daha kaldı. Bu sırada Nakşibendî, Kâdirî, Şâzilî, Şettârîyollarında yetişmiş bulunuyordu. İstanbul`da kaldığı bu beş senemüddetince Şehzâde Câmiinde ve Sultan Mahmûd Câmiinde talebelere dersverdi. Nakşibendiyye yolunun büyüklerinden Muhammed Kumul Efendi,Mevlânâ Hâce Ziyâüddîn, Halvetî büyüklerinden Mevlânâ Şeyh Îsâ-yı Mahvîve Sünbüliyye meşhûrlarından Seyyid Nûreddîn Sünbülî ile sohbet etti.Sonra Muhammed Kumul Efendi ile önce Habeş eyâletine sonra Kudüs`egitti. Oradan da Mekke ve Medîne`ye gitti. Bu esnâda hocası Ahmed-iYekdest hazretleri vefât etmiş ve dört sene geçmiş idi.

Mehmed Emîn Tokâdî hazretleri altı senesüren bu seferi esnâsında, Kudüs`te Ahmed Nahlî`den hadîs ilmindeicâzet aldı. Medîne-i münevverede Abdürrahîm Buharî ve Beşîr Ağa ilesohbetlerde bulundu. Ayrıca Şeyh Ahmed el-Benâî Dimyâtî`den, MevlânâHüseyin Alemî er-Rufâî`den de hadîs rivâyeti icâzeti aldı. Remleşehrinde Kutbülebdâl Şeyh Cumâ hazretleri ile de sohbette bulundu. 1717senesinde Hicaz`dan İstanbul`a döndü. İstanbul`a dönünce, MuhammedKumul Efendinin evinde üç sene daha ikâmet etti. Bundan sonra MuhammedKumul Efendinin vefâtı üzerine Filyokuşu`nda bir ev kirâladı ve evleniporada oturdu. İlim ve mârifet yaymaya devâm etti. Bir ara Ebû Eyyûb-iEnsârî hazretlerinin türbesinde türbedârlık yaptı. Bu sırada âlim,fâdıl ve sâlih zâtlar onun sohbetine koştular. Bundan sonra daPeygamber efendimizin türbesinde, Ravda-i mutahherada hizmet etmevazifesi verildi. Bu vazifeye tâyin edilince, kavuştuğu nîmeteşükrederek; İki cihan sultânının türbesinde bekçi ve hizmetçi oldun.O`nun yüksek kapısının süpürgecisini, Mevlâ mahrûm eylemez, zararauğratmaz. Cihânın sultânı olan Resûlullah`ın hizmetçisini kimseincitmez. Ey Emîn (sana müjdeler olsun)! Resûlullah efendimizinkapısında zâhiren ve bâtınen hizmetçi olmakla şereflendin. mânâsındada bir şiir söyledi.

Mehmed Emîn Tokâdî hazretlerinin talebesiSeyyid Yahyâ Efendiden naklen, talebesi Seyyid Hasîb Efendi anlatır:Bursa`da bulunan Şeyh İsmâil Hakkı Bursevî hazretleri, vefâtına yakınbir zamanda, talebelerinden; İvaz Mehmed Paşayı, Yeğen Mehmed Paşayı veel-Hâc Ahmed Paşayı Mehmed Emîn Tokâdî hazretlerine gönderip,tasavvufta yetiştirilmesini ricâ etmişti. Mehmed Emîn Tokâdî hazretleribu ricâyı kabûl edip, gönderdiği bu üç talebeyle ilgilendi. BunlardanYeğenMehmed Paşa, çeşitli vazîfelerde bulunduktan sonra, 1737 senesindeNemçe (Avusturya) seferini yapmakla görevlendirildi. Yeğen Mehmed Paşabu sırada Sultan Birinci Mahmûd Hânın vezîr-i âzamı idi.

Yeğen Mehmed Paşa, İstanbul`dan hareketetmeden önce, Aksaray civârında oturmakta olan kızının evini MehmedEmînTokâdî hazretlerine tahsis edip, oraya dâvet etti. Mehmed Emîn Tokâdîde kabûl edip, orayı teşrif etti. Burada ikâmet ettiği sırada YeğenMehmed Paşa sık sık ziyâretine gidip, sohbetinde bulunurdu. Huzûrunagirerken pâdişâhın huzûruna girer gibi edeb ve hürmet gösterirdi.Mehmed Emîn Efendi, ona latîfe yollu takılırdı. Fakat o dâimâ edeb vehürmetle huzûrunda dururdu. Yeğen Mehmed Paşa, çıkacağı Avusturyaseferi ile ilgili yaptığı hazırlıkları anlatıp duâ istedi.Mehmed EmînEfendi de, gözyaşı dökerek zafere kavuşması için duâ etti.

Yeğen Mehmed Paşa, sefer devâm ettiğimüddetçe, Mehmed Emîn Efendinin, tahsis ettiği evde ikâmet etmesiniarzu ediyordu. Sefer için ordunun hazırlanıp, Dâvûd Paşa semtinehareket edeceği sırada, tekrar ziyâretine gelmişti. Mehmed Emîn Efendi,sefer başlayınca kendi evine döneceğini söyledi. Bunun üzerine YeğenMehmed Paşa pek ziyâde üzülüp, tahsis ettiği bu evde kalmasını ve seferboyunca duâ etmesini, böylece zafere kavuşacağını çok ümid ettiğinisöyledi. Hattâ, tahsis ettiği bu evden ayrıldıklarını duyduğu yerde,vazifesinden istifâ edip, seferden de vazgeçeceğini söyledi. Bununüzerine Mehmed Emîn Efendi, Vezîr-i âzam Yeğen Mehmed Paşayı kucaklayıpbağrına bastı. Bir müddet böylece tuttu. Sonra ağlayarak zaferkazanmaları için duâ etti. Fâtiha-i şerîfe okudu. Bundan sonra birazdaha sohbet ettiler. Sohbet sırasında yeğen Mehmed Paşaya; Bizi evedâvet edip getirmeni sana kim tavsiye etti? dedi. O da; İşlerinçokluğu sebebiyle benim hatırıma böyle bir şey gelmemişti. FakatDârüsseâde ağası (İstanbul vâlisi) Beşîr Ağa birâderiniz hatırlattı.dedi. Yeğen Mehmed Paşa, çok sevdiği hocası Mehmed Emîn Efendininduâsını alarak, Avusturya seferine çıkmak üzere evden ayrıldı.

Osmanlı ordusu, Vezîr-i âzam Yeğen MehmedPaşa komutasında Avusturya seferine çıktıktan sonra, Mehmed EmînEfendi, ordunun zafere ulaşması için çok duâ etti. Hattâ geceleriuyumayıp zafer için duâ edip yalvardı. Bu hâl yirmi günden fazla devâmetti. Bu sebeple tedâviye ihtiyâç duyacak derecede rahatsızlandı.Talebesi Seyyid Yahyâ diyor ki: Bir sabah huzûruna gittiğimde,hastalanmış gördüm. Benden ilâç istedi, temin ettim. İlâcı kullandı.Sonra berâberce, talebelerinden Kafesdâr Abdülbâkî Efendinin evinegittik. Bu talebesi, Mehmed Emîn Efendinin neşeli hâlini görünce bana;Hamdolsun İslâm askeri mansur ve muzaffer olmuştur. İnşâallah birkaçgüne kadar fütûhât haberi gelir! dedi. Sonra dostlara ziyâfet vesadakalar verdi. Dört gün sonra Tatarlar, Ada kalesinin İslâm ordusutarafından fethedildiği haberini getirdiler. Bundan sonra, İslâm askeriİstanbul`a geldi. Herkes birbirinin gazâsını tebrik etti. Yeğen MehmedPaşa, Mehmed Emîn Efendinin ziyâretine geldi, ağlayarak mübârekayaklarına kapandı. Her ikisi de bir müddet ağladılar. Paşa, Efendininâdetini bildiğinden, seferde olanları anlattı. Koynundan iki atlas kesealtın çıkarıp, seferde iken fakirlere vermek üzere adadığını bildirdive fakirlere dağıtmalarını ricâ etti. Mehmed Emîn Efendi de onların buadağını övdü ve netîce verdiğini bildirdi. Kendilerinin halleri vemeşgûl olmaları dolayısı ile, bunu bizzat kendisinin dağıtmalarınındaha çabuk ve kolay olacağını söyledi. Haftada iki gün tebdîl-ikıyâfetle (kıyâfet değiştirerek) çık. Her çıktığında cebini doldur.Yedikule civârından başla. Orada çok fakir evi vardır. Kapılarını çal.Kim çıkarsa saymadan eline ne gelirse ver. Ve böyle kapı çalarak devâmet. İnşâallah iki haftada dağıtırsın. Şimdi biz versek, hâlimizcevermemiz îcâb eder. Geç verilir. Çok versek halk alışır. Hep umarlar.Böyle hareket bize yakışmaz buyurarak, keseleri zorla yine Paşayaverdi. Mehmed Emîn Tokâdî hazretleri birkaç gün sonra kendi evinedöndü.

Hattat Muhammed Râsim Efendi anlatır;Cennetmekân Üçüncü Ahmed Hânın vefâtından sonra, şöyle bir rüyâgördüm. Geniş bir sahrada orduyu hümâyûn kurulmuştu. Bir tepe üzerindede sultanlara mahsûs bir çadır, çadırın etrafında ise büyük birkalabalık vardı. Kalabalıktan bir kişiye yaklaşıp; Bu ordununkumandanı kimdir? diye sordum. O da; Âhir zaman Peygamberi Muhammedaleyhisselâmdır. dedi. Cehennem`e götürülecek bâzı kimseler bu büyükçadıra götürülüyor, buradan şefâat edilirse Cehennem`den kurtuluyordu.Yine birisine; Peygamber efendimiz nerede bulunuyor? diye sorduğumda;Tepedeki büyük çadırda dedi.Hemen çadırın yanına koştum. Çadırınkapısına vardığımda, Mehmed Emîn Tokâdî hazretlerini çadırın kapısındagördüm. Şefâat istiyenleri çadırın içine götürüp, getiriyordu. Çokşaşırdım. Biz bu zâtı anlayamamışız diye çok üzüldüm. O anda elleribağlı birini çadırın kapısına doğru getirdiklerini gördüm. Bu kimdir?diye sorduğumda, Sultan Ahmed`dir dediler. Sonra çadıra yaklaşıp,MehmedEmîn Tokâdî hazretlerine teslim ettiler. O da önüne düşüp çadırıniçine girdiler. İçeride Peygamber efendimiz kendisine iltifât buyurdu.Çadırdan çıktıklarında Mehmed Emîn Tokâdî hazretleri; Şefâat buyurulupaffolundun, müjde olsun! diye bağırdı. Dışarda sultanlara mahsus süslübir at duruyordu. Mehmed Emîn Tokâdî hazretleri, sultânı tâzim vehürmetle çadırdan çıkarıp, bekleyen süslü ata bindirdi. Etraftakilerintebrikleri arasında, süratle oradan uzaklaştı.

Bu rüyâyı gördükten sonra ertesi güntalebelere hat dersi veriyordum. MehmedEmîn Efendi bâzı günler teşrifederdi. O gün de dershânemizi teşrif etti. Hemen karşılayıp eliniöptüm. Bu sırada bana; HocaEfendi, akşamki seyrâna ne dersin?buyurdu. O gece gördüğüm rüyâyı hatırlayıp ağlayarak ellerine kapandım.Mehmed Emîn Efendi de ağladı. Sonra şükredip bana; Ben hayatta iken bugibi ilâhî sırları yayarak, bizim hâlimizi teşhir etmene rızâgöstermem. Vefâtımdan sonra anlatmanda bir mahzûr yoktur. buyurdu.Vefâtına kadar bunu kimseye anlatmadım. Vefâtından sonra güzelvasıflarını ve üstünlüğünü yâd etmek bakımından yeri geldikçe naklederoldum.

Seyyid Yahyâ Efendi şöyle anlatmıştır:SultanBâyezîd Hân Câmi-i şerîfi avlusunda, oyma ustalarındanKefelizâde İbrâhim Halebî adında bir zâtın dükkanında, ilim-irfânsâhibi, kıymetli zâtlar toplanıp sohbet ederlerdi. Arasıra Mehmed EmînEfendi de öğle namazından sonra o dükkanı teşrif eder, dostları ile çokkıymetli sohbeti olurdu. Bir gün yine böyle hoş bir sohbet sırasındamedhedilen iyi vasıflı bir kâdı (hâkim) o dükkana geldi. Kâdıasker, bukâdıya, bir meseleden dolayı dargın olduğu için, bir makâma tâyinedilmesi gerektiği hâlde ona; Ben kâdıasker olduğum müddetçe, sanakadılık vazifesi vermem! diyerek yemin ettiğini ağlayarak anlattı.Dükkanda bulunanlar bu hâdiseye çok üzüldü. Mehmed Emîn Efendi, yarımsaat kadar başını eğip, gözleri kapalı bir vaziyette murâkabeye daldı.Sonra hakîkati gören gözlerini açıp, yardım talebi için gelen kâdıyaverilmek üzere, dükkan sâhibi olan oyma ustası Kefelizâde İbrâhimHalebî`ye bir duâ târif edip yazmasını söyledi. O da yazdı. Bunu alıpmağdur kâdıya verdi. Üzerinde taşımasını söyledi. Sonra; Doğrucakâdıasker efendiye git! buyurup, kâdıyı gönderdi. İki-üç saat sonrakadı, sevinçle o dükkana tekrar geldi. Mehmed Emîn Efendiye büyük birhürmetle memnûniyetle durumunu arzetti. Kendisine ne yaptığı sorulunca;Kâdıaskerin makâmına girdim. Beni görünce birdenbire değişiverdi.Feryâd ederek; Kâtibi çağırın. dedi. Kâtip gelince; Aman bir bak! Bukâdı efendinin tâyin edilmesi için münâsib bir yer var mı? dedi.Kâtip, kayıtları kontrol ettikten sonra; Bir yer var ama şimdilikdolu. dedi. Kâdıasker, kâtibe; Olsun, hemen tâyin edelim, benim şuanda çektiğim sıkıntıyı ve tutulduğum ağırlığı bilmezsin! dedi.Böylece tâyinim derhal yapıldı. diye anlattı. Mehmed Emîn Efendiyazdırıp verdiği duâyı o kâdıdan geri alıp, Kefelizâde İbrâhimHalebî`ye vererek silmesini söyledi. O da alıp sildi. Kefelizâdeİbrâhim Halebî şöyle demiştir: Ben bu hâdiseden sonraMehmed EmînEfendinin târif ettiği duâyı tekrar yazmak için belki bin defâ denedim.Bir türlü yazamadım. Sonunda o hâdisenin Mehmed Emîn Efendininkerâmetlerinden olduğunu anladım.

Yine o anlatır; Mehmed Emîn Efendininher ay on beş kuruşluk geliri vardı. Bunu alıp her ay huzûrunagetirirdim. Koynunda bezden bir kese vardı. Keseyi çıkarmadan ağzınıaçar, ben de parayı içine kordum. Bundan başka o keseye hiç parakonmadığı hâlde her ay o keseden iki-üç yüz kuruştan fazla parasarfeder, fakirlere saymadan sadaka dağıtırdı. Ben buna defâlarca şâhidolmuştum. Hattâ bir gün kese eskidi değiştirelim buyurup, keseyiçıkarıp bana verdi. İçinde yedi-sekiz kuruş kadar para vardı. Bunlarıyeni bir keseye koyup verdim. Eski kesenin içine de beş kuruş koyupbana verdi. Ay başına on beş-yirmi gün vardı. O ayda koynundaki kesedenyüz elli kuruş para sarfolundu. Ben buna hayret ederdim.Arkadaşlarımızdan da çoğu bunu bildikleri hâlde, aslâ kendisinesoramazdık ve ifşâ etmezdik...

Mehmed Emîn Efendi, hâl ve şânlarınıhalktan son derece gizler, talebelerini de bu tarzda yetiştirirdi.Ömrünün sonlarında arkadaşları merhum Tatar Ahmed Efendi, 1743senesinde vefât edince, fetvâ makâmında bulunan eski şeyhülislâm SeyyidMustafa Efendi, Tatar Ahmed Efendiden boşalan dergâha, Mehmed EmînEfendiyi tâyin ettirdiler. Berât-ı şerîfi de, kendi mektupçularıHamzazâde Abdullah Efendi ile gönderdiler. Bunun üzerine Mehmed EmînEfendi, büyük bir kırgınlık ile doğru şeyhülislâm efendinin huzûrunagidip; Sultânım, mâlûmunuz ben meşîhat erbâbından değilim. İnâyetbuyurun, şeyhlere âit alâmetlerden ne nişânım varsa, müstehak olmadığımhâlde tevcih etmişlerdir. Boşalan bir medrese varsa beni oraya müderristâyin etmeyi ihsân buyurunuz. gibi özür beyân ederek, o dergâha gitmekistemedi ise de, şeyhülislâm; Emîn Efendi kardeşim, biz sizi bilirizve pîrdaşımızsınız. Ömürlerimiz sonuna yaklaştı, hâlinizigizliyorsunuz. Mızrak çuvala sığmaz, gizlenme konağını geçeli otuz yıloldu. Fayda yoktur, tevcih (tâyin) pâdişâhındır. Kabûl etmemiz lâzım.Kabûl etmemek, ülu`l-emre itâat etmemek demek olur. deyince; Efendim;evimde oturmak şartıyla kabûl ederim. Böylece müsâade buyurulur iseemir sizindir. diye berâtı kabûl etti. Sonra ağlayarak şeyhülislâmlavedâlaştı. Gerçekten tekkeye taşınmayıp evlerinde kaldılar.

Mehmed Emîn Efendi, Resûlullahefendimizin mihmândârı Ebû Eyyûb el-Ensârî hazretlerinin türbesindetürbedâr olarak vazife almıştı. Fakat ziyâretçilerin hallerinibeğenmeyip, birkaç ay sonra bu vazifeden ayrıldı.

Bir defâ Kâbe`de Rükn-i Yemânî`deyaslanmışken, bir kerre Mısır`da ve bir kerre deİstanbul`da FâtihCâmiicivârında Hızır aleyhisselâm ile görüşmüştür. Yüzüğünde Emîn-i sırr-ıHak ârif Muhammed yazılıydı.

Sultan Birinci Mahmûd Hanın İran üzerineordu gönderdiği sırada, Mehmed Emin Tokâdî hazretleri bir sabah vaktitalebelerinden İshakzâde Yahyâ Efendinin evine gitti. Mübârek gözleriâdetâ kan çanağına dönmüştü. Benim için bir oda ayırınız! dedi. Sonrakendisi için ayrılan odaya girip, orada tefekküre, murâkabeye başladı.O gün ikindi namazı vaktinde abdest ve namaz için dışarı çıktı.Talebesi; Bir mikdâr yemek yeseniz münâsib olurdu efendim. deyince;Yok Yahyâ Efendi. Ben senden yemek isteyecek vakti bilirim. buyurup,tekrar odasına girdi. Ertesi gün ikindi vaktine doğru neşeli bir haldedışarı çıkıp; Elhamdülillah! Allahü teâlâ duâlarımı kabûl buyurdu. Şuanda Mahmûd Han zafere ulaştı. Sultan Mahmûd`dan çok ikrâm gördüm.Şimdi de ona duâ ederek zafere ulaşmasına vesîle olduk. Böylece hakkınıödedik. Bu günü bu saati bir yere yazınız. buyurdu.

Daha sonra Sultan Mahmûd`un zafereulaştığı haberi geldi. Tam Mehmed Emin Tokâdî hazretlerinin zafereulaştığını müjdelediği gün ve saate rastlıyordu.

Sultan Bâyezîd hamamında tellaklık yapanbir Arnavud, bâzı töhmetler sebebiyle terbiye edilmesi için Ağakapısında bulunuyordu. Bu Arnavud, Mehmed Emîn Efendiye düşman olup,suikast yapmak için gece gündüz tâkib ediyordu. Yine bir gün bumaksatla pazarda dolaşırken, Mehmed Emîn Efendiye bir köşe başındarastladı. Arkasından yavaş yavaş yaklaşıp benden haberi yoktur diyerek,belindeki kocaman bir bıçağı eline alıp arkadan vurmak için kaldırdı.Bu sırada Mehmed Emîn Efendi; VurmaArnavud! dedi. Kendisini hiçgörmediği ve arkaya dönmediği halde böyle söylemesi Arnavud`u şaşkınaçevirdi ve Arnavud titremeye başladı. Olduğu yerde dona kaldı. Birazgittikten sonra toparlanıp beni nasıl olsa görmedi diyerek tekrarpeşinden tâkib edip, yaklaştı. Elindeki bıçağı arkadan vurmak içinkaldırdı. Yine; Dur Arnavud! deyip onu uyarınca, korkup vurmaktanvazgeçti. Mehmed Emîn Efendi hiç arkasına bakmadan yoluna devâm etti.Ancak Arnavud vazgeçmeyip üçüncü defâ peşinden yaklaştı. Ne olacakvurma dese de dinlemeyip vururum. dedi. Yine bıçağı kaldırıp vurmakistedi. Bu sırada Mehmed Emîn Efendi hiç arkasına dönmeden işin farkınavarıp; Arnavud elin öylece kalsın! dedi. Bunun üzerine Arnavud`un elibaşı üstünde havada dona kaldı. Hiç kıpırdatamıyordu. Kolunuoynatamadığını gören Arnavud, korkuya ve dehşete kapılıp; Amanefendim! Affeyleyin. diyerek feryâda başladı. Bunun üzerine MehmedEmînEfendi; Bak bre habîs, nedir bu senin ettiğin! Bizi görmez mizannedersin? Bak şimdi ne hâle düştün? dedi. Arnavud; Aman efendim!Bir daha böyle işler yapmayayım. deyince; Koy bıçağını beline. dedi.Arnavud bıçağı beline koyup Mehmed Emîn Efendinin ayaklarına kapandı.Bundan sonra günahlarına tövbe edip, Mehmed Emîn Efendinin sohbetlerinedevâm etti. Zamanla makbul talebelerinden oldu.

Seyyid Yahyâ Efendi şöyle anlatır: Babamyeniçeriler ocağına mensûb olduğundan, Mora yarımadasının fethi târihiolan 1715`te kapıkulu talebelerine katıldım. Sonra da İslâm askerininBelgrad`dan dönüşünde İstanbul`da kâtiplik vazifesi yapmama izinvermeleri üzerine, sabah hocam Mehmed Emîn Efendinin huzûrundanayrılıp, Ağakapısı`na gidip, ikindiden sonra dönüyordum. Bu hâl üzeredevâm etmekteyken, 1745 senesi Recep ayında hocam Mehmed Emîn Efendiningöğsünde küçük bir sivilce çıkıp, rahatsızlanmasına sebep oldu. Bununüzerine bizim evi teşrîf edip, bir hafta müddetle dostlarımızla kaldı.Göğsünde çıkan sivilceye bâzı merhemler sürerek tedâvi etmeye çalıştık.Fakat gün geçtikce ağırlaştı. Sonra kendi evlerine döndüğünde, birsivilce de omuzlarında çıktı. Tabibleri getirip gösterdiğimizde, osivilcenin şirpençe olduğu anlaşıldı. İhtimamla, dikkatle tedâvi etmeyebaşladık. Aradan kırk elli gün geçti. Fakat bir türlü iyileşme alâmetigöremedik. Nihâyet bu hâlde iken vefât etti.

Vefâtını işiten büyük zâtlar toplandı.Mehmed Emîn Efendinin talebesi olanBaklalıCâmii imâmı el-Hâc MuhammedEfendi o gece bir rüyâ gördü. Mehmed Emîn Efendi, ona rüyâsında; Yarıngel, benim cenâzemi yıka! buyurduğundan, sabahleyin hocalarının evinegelip durumu gördü ve rüyâsını anlattı. Himmetzâde merhûm AbdüssamedEfendinin dâmâdı Ordu şeyhi Abdülhalîm Efendi, cenâzesini yıkamak içingelmişti. Baklalı Câmii imâmı Muhammed Efendi bu vazifenin kendisineverildiğini söyleyince, Abdülhalîm Efendi gasl işini bırakıp su dökmehizmetini yaptı. Abdülhalîm Efendi ile, el-Hâc Muhammed Efendicenâzesini yıkayıp kefenlediler. Sonra Fâtih Sultan Mehmed Hân Câmiindecenâze namazı kılınıp, evinin yakınında Pîrî Paşa Medresesi önündekikabristana defnedildi.

Mehmed Emîn Efendi, İstanbul`a ilkgeldiğinde bir ay Pîrî Paşa Medresesinde kalmıştı ve orayı sevmişti. Nezaman bu medresenin önündeki mezârlığın yanından geçse durup, oradamedfûn bulunanların rûhuna Fâtiha-i şerîfe okurdu. Yanındakilere de;Burada her zaman böyle duâ ediniz. derdi. Vefât edince kendisi deoraya defnedildi.

Mehmed Emîn Efendinin alnı açık ve nûrlu,kaşları yay gibi ve araları açık, gözleri iri, parlak ve elâ idi. Burnudüzgün ve doğru, yanakları ne etli ne de zayıftı. Bıyıkları ile kaşlarıaynıydı. Sakalı yuvarlak ve beyazdı. Uzuvları düzgün, yürüyüşüResûlullah efendimizin sünnetine uygundu. Konuşması tatlı ve tesirli,sesi gür olup, Dâvûdî idi. Şefkati çok, yetişmiş ve yetiştiren büyükbir mürşid-i kâmildi. Son derece mütevâzi davranır ve hâllerini dâimâgizlerdi. Talebeleri ile yakından ilgilenir, müşkillerini çözüp,tesellî ve ferahlık verirdi. Meclisinde herkesin anlayışına görekonuşur, her ilmin, her fennin hakîkat ve inceliklerinden debahsederdi. Kıymetli tefsir kitaplarından söz açınca, kitaba bakmadanibâreyi aynen okurdu. Buhârî ve Müslim kitaplarındakihadîs-i şerîfleri de böylece ezberden okurdu.

İbâdet ve tâatlarını son derece gizlemeğeçalışır, giyinişinde, kıyâfetinde husûsî bir elbise veya kıyâfetgiymeyip, bu hususta halkın giydiklerini tercih ederdi.

Kendisinden nasihat isteyenlere dâimâ;Önce şunu iyi bilmelidir: Müminlere önce lâzım olan, Ehl-i sünnet vecemâat âlimlerinin bildirdikleri şekilde îtikâd etmektir. Çünkü doğruîtikâd, herkes için temeldir. Temel olmayınca binâ olmaz. Doğru îtikadher şeyden önce geldiği için, önce onu söylüyoruz. Ehl-i sünnet vecemâat; Eshâb-ı kirâm, Tâbiîn ve Tebe-i tâbiîn efendilerimiz, müctehidimâmlar ve kıyâmete kadar onlara tam olarak tâbi olanlardır. buyurdu.

Her sene vasiyetini yazmak âdeti idi.Vasiyeti şöyledir:

Allahü teâlâya hamd, kendisinden sonrapeygamber gelmeyecek olan şefâatçımız Muhammed sallallahü aleyhi veselleme, âline (akrabâlarına), Eshâbına (arkadaşlarına), bütün nebî veresûllere salât, hayır duâlar olsun. Allahü teâlâdan günahlarımınaffını ve beni bağışlamasını dilerim. Allah`ım! Beni bağışla. Âmentübillahi ve melâiketihi ve kütübihi ve rusûlihi velyevmilâhiri vebilkaderi hayrihi ve şerrihi minellahi teâlâ ve`lba`sü ba`delmevtEşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh(Allahü teâlâya, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiretgününe, kadere, hayr ve şerrin Allahü teâlâdan olduğuna, öldükten sonradirilmeye, inandım. Ben şehâdet ederim ki, Allahü teâlâdan başka ilâhyoktur. Muhammed aleyhisselâm O`nun kulu ve resûlüdür.) Bu şehâdet(îmân) üzere yaşarız, bunun üzerine ölürüz ve bunun üzerine diriliriz,inşâallah. Allahü teâlâdan Rab olarak, İslâmiyetten din olarak,Muhammed aleyhisselâmdan Peygamber olarak, Kur`ân-ı kerîmden imamolarak, Kâbe`den kıble olarak, namaz, oruç, hac, zekât ve Kelime-işehâdetten farîza (farz, emir, vazife) olarak, müminlerden kardeşolarak, Ebû Bekr-i Sıddîk, Ömer-ül-Fârûk, Osmân-ı Zinnûreyn ve AliMurtezâ`dan imâmlar rehberler olarak râzı oldum. (Onları bu şekildebeğendim ve kabûl ettim). Rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecmaîn.

Allahü teâlâ günahlarımızın şefâatçısıMuhammed sallallahü aleyhi ve selleme, O`nun temiz âline ve eshâbına,bütün nebîlere ve resûllere (peygamberlere), onların âl (akrabâ) veeshâbına (arkadaşlarına) salât, hayır duâlar olsun. Allahü teâlâ,Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin bütün eshâbından,dört müctehid imâmdan, şehîdlerden, sâlihlerden, evliyâdan, takvâsâhiplerinden, zikredenlerden, büyüklerimizden ve bütün bu yoldabulunanlardan râzı olsun.

Bu hakîr, günahkâr, aslen Tokat`tadoğdum. Elli seneye yakın İstanbul`da yerleşmiş bulunmaktayım. Îtikâddamezhebim, Ehl-i sünnet vel cemâat olan Ebû Mansur Mâturidî`ninmezhebidir. Amelde mezhebim, İmâm-ı A`zam Ebû Hanîfe hazretlerininmezhebidir. Meşhûr, bilinen ismim Muhammed Emîn, künyem Ebü`l-Mansûr,Ebü`l-Eman`dır. Babam Tokat sâkinlerinden Hasan bin Ömer`dir.Sevdiklerime ve dostlarıma vasiyetim şudur: Bu kusurlu kuluhatırlarından çıkarmayıp, Kur`ân-ı kerîm okuyup, rûhuma hediyeden,hayır duâdan unutmayalar. Malımın en temizinden, helâlinden yüz kuruşutechîz ve tekfinime ve yirmi iki kuruş iskatıma sarf edeler.

Vârislerime, ehlime (âileme) vasiyetimşudur: Dostların sözlerine râzı olup, mahkemeye gitmeyeler. Birbirinerızâ gösterip, mücâdele ve muhâsama itmeyeler (çekişmeyeler). Herkesbiliyor ki, dünyâ fâni, âhiret bâkîdir. Allahü teâlâyı zikre, anıp,hatırlamaya çok gayret edip, çalışalar. Çünkü, bütün saâdetlerin başıbudur. Herkese gönül hoşluğu ile kıyâmete kadar hakkımı helâl ettim.Kimsede hakkım yoktur. Mürüvvet ve insanlık, kerem, cömertlik, asâletve yardım odur ki, tanıyan ve tanımayan dostlar ve başkaları dahiâhiret hakkını helâl ve hayır duâdan unutmayıp, hayır ile iyilikleşehâdet edeler. Vesselâm.

Mehmed Emîn Tokâdî hazretlerinin; Arapça,Türkçe ve Farsça eserleri vardır. Eserlerinden bir kısmı şunlardır: 1)İrşâd-üs-Sâlikîn, 2) Risâlet-ül-Etvâr, 3) Şerh-ı Kasîde-i Askalânî, 4)Tuhfet-üt-Tullâb, 5) Hulâsa-ı Tarîkat, 6) Risâle-i Rûhiyye, 7)Sıyânet-i Dervîşân fî Bahsi Deverân-ı Sûfiyyân, 8) Suâl-Cevâb, 9)Metâli` ul-Meserrât Tercümesi, 10) İbn-i Hacer Askalânî`nin,Savâ`ik-ı Muhrika adlı eserinin tercümesi. 11) İmâm-ıGazâlî hazretlerinin Risâle-i Emânet Tercümesi, 12) Risâle-i Sülûk,13) Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin; Ân hayâlâtî ki dâm-ıevliyâest mısra`ı ile başlayan beytini de şerh etmiş,açıklamıştır.

SÖZ GERİ DÖNMEZ

Mehmed Emîn Tokâdî hazretlerininİstanbul`da insanları irşâd ile meşgûl olduğu ve insanlara Allahüteâlânın emirlerini ve yasaklarını öğretip saâdete ermeleri içinrehberlik yaptığı sıralarda İstanbul`da Antepli ismiyle meşhur bir vâzhocası vardı. Bu kimse çok inatçı olup, Mehmed Emîn Tokâdîhazretlerinin büyüklüğüne, evliyâ ve mürşid-i kâmil olduğuna inanmaz vekonuştuğu meclislerde uygunsuz sözler söylerdi. Bir gün bu hoca,Unkapanı`nda bir çeşmede yüzünü yıkıyordu. Mehmed Emîn Tokâdîhazretleri de oradan geçiyordu. Antepli vâizin yakınlarından biri;İşte bu gelen, Tokâdî Emîn Efendidir! diyerek gösterdi. Antebli vâizalaylı bir tavırla ona baktı ve birşeyler söyledi. Mehmed Emîn Efendiyanlarına gelip selâm verdi. Bu sırada Antebli hoca başını kaldırıp;Bak Şeyh Efendi, benim gözlerim ağrıyor. Bana bir nefes eyle degözlerimin ağrısı geçsin. diyerek alay etti. Bunun üzerine Mehmed EmînEfendi; Kör ol! dedi ve oradan geçip gitti. Antepli hocanın gözleriyavaş yavaş kapanmaya başladı. Mehmed Emîn Efendinin talebelerindenbâzıları Antepli hocanın yanına yaklaşıp; Sen hocamıza karşıedepsizlik yaparak alay ettin! O da sana nefes etti. Sen artık körolursun bunu bilesin. dediler. Antepli hoca yaptığı edepsizliğinfarkına varıp Mehmed Emîn Efendinin evini öğrenip huzûruna gitti.Ayaklarına kapanıp; Aman efendim kusurumu affedin. diye yalvardı. Buyalvarması üzerine; Hayır söz geri dönmez! Sonra yerine gözümüzünbirini vermek gerekir. buyurdu. Antepli hoca bu sözleri işitince, okadar çok yalvarıp özür diledi ki, Mehmed Emîn Efendi; Hoş! Şimdi hiçolmazsa bâri bir nebzecik. dedi. Bundan sonra Antepli hoca on altı aydevamlı göz ağrısı çekti. Daha sonra Mehmed Emîn Efendinin duâsı ilegöz ağrısından kurtuldu. Bu hâdiseden sonra ona son derece bağlı vehürmetli, edepli oldu. Hattâ meclislerde, toplantılarda ve vâzlarındansonra; Tokatlı Mehmed Emîn Efendimiz cennetliktir. Onun ayağının tozutoprağı olayım. der, böylece ona olan inancını ve sevgisini dilegetirirdi.

ASIL MAKSAD

Mehmed Emîn Efendi, talebelerinden birineyazdığı bir mektupta şöyle buyurdu:

Bu âleme niçin gelindiğini, asılmaksadın Allahü teâlâya kulluk olduğunu bilmelidir. Can bedende ikenmârifetullahı isteyip, dünyâ ve âhiret seâdetine mazhar olmalıdır.

Dünyâ dostu, mal dostu, güzellik dostu vediğer şeylerin dostu çoktur. Allah dostu, İksir-i âzam (her derde devâ)gibi nâdir bulunan çok kıymetli bir şeydir.

Bir nefesde iki nîmet vardır. Bunun içinher nefese iki şükür lâzımdır. Yirmi dört saatte, her saate bin nefesve her nefese iki şükür olmak üzere kırk sekiz bin şükür olur. Birinsan bütün işlerini bıraksa, şükür şükür diyerek Allahü teâlâya hamdve şükretse yine şükrün hakkını edâ edemez. Mâlûm oldu ki, Allahüteâlâya şükrün binde birini edâ edemez.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder